
MEHMET FATİH TOSUN
-YENİ- “BİZ”LİK HÂLİMİZ -3- “İŞTE BİZİM ŞEHRİMİZ!”
Başlarken: “Karış Karış Dolaştım Şehri... Ama Sanki Başka Bir Âlemde.”
Not: Yazılarım başta nefsimedir.
Not 2: “Biz” ifadesi; kendini “hakikate mazhar bir davada, asil duruşun ve Allah (cc) rızasına yönelmiş hayatın mensupları” olarak tanımlayan her camia, sivil toplum kuruluşu, siyasi parti vb. oluşumlardan birine aidiyet hissedenleri kapsamaktadır. Buradaki biz, tanıma uyan sizsiniz…
Sözümüz “Biz”lere…
Bir vakit, şehri karış karış dolaşmıştım.
Ama “Bizim” şehir, öyle bildiğiniz bir şehir değildi. Sokaklarında yalanın barınamadığı, kalplerde kin değil merhametin yeşerdiği, insanların birbirine kazık atmadığı, pazarlarda çürük meyvenin satılmadığı bir şehir... Esnaf, müşterisini komşusuna yönlendiriyordu, “O henüz siftah yapmadı.” diyerek. Güzel ahlak ve iyilik topluma hâkim olmuş, kötülükler, hileler, yalanlar, fitne ve fesat ortadan kaybolmuştu.
Öyle güzeldi ki her şey; mülk sahipleri “acaba bu kirayı nasıl düşürsem de kardeşime yük olmasam?” diye dertleniyordu. Devlet dairelerinde torpilin yerini liyakat almıştı. Memurlar görevlerine sadık, yöneticiler yalnızca hak edenlerden seçiliyordu. Adam kayırma, rüşvet, rant, iltimas… Sanki hiç bilinmeyen kelimelerdi bizim şehirde.
Bizim Şehirde Ahlak Kanunla Değil, Kalple Yazılmıştı
Kimse kimsenin hanımına, kızına yan gözle bakmazdı. Trafikte bir korna sesi duymaz, bir hakaret kelimesi işitmezdiniz. Herkesin ağzından yalnızca güzel sözler dökülürdü. Üniversitelerde bilimin, sanatın, teknolojinin yanı sıra bir şey daha öğretiliyordu: Helal kazanmanın onuru.
Kahvehanelerde boş oturulmazdı bizim şehirde; ya kitap okunurdu, ya da gönül sohbetleri yapılırdı. Hırsızlık yoktu, içki-kumar sokağın köşesinden dahi geçemezdi. Uyuşturucu mu? Lafı bile edilmezdi. Siyaset, kimsenin çıkarına değil; sadece hakikatin, adaletin hatırına yapılırdı.
Sabah Namazında Camiye Geç Kalmak Korkusu
Bizim şehirde, geceyi ibadetle geçirenlerin ışıkları sabaha kadar yanardı. Camiler sabah namazında hınca hınç dolardı. Dışarıda kalmamak için erken gitmek gerekirdi. Namazdan çıkan herkes helal rızkının peşine düşerdi. Kimisi hastaneye, kimisi okuluna, kimisi atölyesine…
Herkesin alnında bir secde izi, işinde ise Allah’ın rızasını arayan bir bakış vardı.
Tesettür Yalnızca Kıyafette Değil, Kalpteydi, Ruhtaydı
Tesettür sadece bedeni değil, aklı, sözü, davranışı da örtmüştü. Parklarda gençler kitap okuyordu. Teknolojide, sanatta, ilimde dünya bizi konuşuyordu. Bizim şehrin zenginleri, zekâtlarını öyle güzel verirlerdi ki; fakirlik neredeyse tarihe karışmıştı. Adliyeler boş kalınca, meslek edindirme merkezine dönüştürülmüş, cezaevleri okul olmuştu.
Üniversitelerde İslam’ın bilimle olan ilişkisi konferanslarda tartışılıyor, gençler ebedi hayatı kazanma derdine düşmüştü. Eğitim sistemi tam anlamıyla “milli” olmuştu; her ders, Allah’ı (cc) ve Resulünü (sav) tanıtacak bir pencereydi artık.
Yediden Yetmişe Bir Fetih Ruhu
Her fert tarih bilinciyle yaşıyordu bizim şehirde. Cihat ruhu, yalnızca silahla değil; ilimle, ahlakla, hizmetle yaşanıyordu. Bir an geliyor, Kudüs için cenk etmeye hazırlandığımızı zannediyordum. Çünkü herkesin yegâne derdi İslam’ı yaşamak ve O’nun (cc) dinini yüceltmekti.
Son Söz: Bir Vakit Dolaştım Bizim Şehri… Bir Rüyada
Evet, bu şehri karış karış dolaşmıştım bir vakit. Meğer… Bir rüyaymış bizimkisi.
Bir gecenin vaktinde, derin bir uykunun huzurunda…
Ama belki de bir ümidin habercisiydi bu rüya. Belki de, bize gösterilen bir hedef, bir ideal, bir istikamet...
Rabbimiz! Rüyamızı gerçeğe dönüştür.
Bizi o ahlakla, o sadakatle, o kardeşlikle yaşat. Âmin.
📌Not: Bu yazıyı paylaşırken siz de bu rüyanın bir parçası olun. Belki de o şehir, önce bizde başlar...
(Yazı dizimiz 3. Bölüm ile sona erdi. Yeni bir yazımızda buluşmak duasıyla…)
Henüz Yorum yok