-
Bu yazarın başka makalesi yoktur.

YASEMİN KARAKÖSE
-YENİ- TÜRK, BAZEN DE BEKLENMEYENDİR
TÜRK, BAZEN DE BEKLENMEYENDİR
Küresel vicdanın gözü kulağı Gazze'deyken Gazze’nin, uğruna binlerce şehit verdiği, varlığını varlığına feda ettiği Kudüs'te, Kudüs hasretiyle yaşayan Batı Şeria’da neler oluyor?
7 Ekim, yakın tarihte ziyaret etme fırsatı bulduğumuz Kudüs'ü de çok değiştirmiş. İşgal yönetimi Tel-Aviv’den girişlere müsaade etmediğinden, 2 yıldır ziyaretçiler Ürdün üzerinden Filistin topraklarına ulaşabiliyor. Aslında ülkeye giriş, bu yönüyle daha avantajlı denilebilir. Zira işgal devleti, dostu olan sınır komşusunun, kendisi adına yapacağı güvenlik kontrollerinden o kadar emin ki, Tel Aviv girişlerinden farklı olarak sınırdan pek de zorlanmadan geçilebiliyor.
Batı Şeria'dan giriş yaptığınız Filistin topraklarında kontrol noktalarının arttırılmasından bölgede durumun giderek hassaslaştığını; yeni açılmış yerleşim yerlerinin gözle görülür şekilde artmasından ise, işgalin artan hızda ilerlediği anlaşılıyor.
Kalp çarpıntılarıyla, gözyaşlarıyla ulaştığımız Kudüs, yorgun ama mağrur tam karşımızdayken, ruhundan ruhumuza, hem işgalin hüznü hem direnişin gururu sirayet ediyor. 144 dönümlük Mescid-i Aksa arazisini kucaklayan Sur kapılarına vardığımızda, Kudüs'ün eski Kudüs olmadığını anlıyoruz. Türk kafilelerin, topluca, tekbirlerle giriş yaptığı kapılar bir bir yüzümüze kapanıyor. Rehber önderliğinde, topluca yapılan kafile girişlerinin işgal yönetimi tarafından yasaklandığını öğreniyoruz. Çaresiz ikişer üçerli ayrılıp kapılara dağılıyoruz. İslama ait mukaddes bölgeye girip giremeyeceğinize karar verecek sözüm ona güvenlik bekçileri Yahudi asker/polislerin sayısı 2-3 katına çıkarılmış. Her kapıda bizi görür görmez sert bir ifadeyle ve Türk olduğumuzu bilerek “Where are you from?” diyerek bizi karşılıyorlar. Türk olduğumuzu söylediğimizde “Size giriş yok”, “Türklere yasak”, “İsrail'i seviyor musunuz?”, “Kudüs hangi ülkenin başkenti?”, “ İbranice bilmiyorsanız giremezsiniz” şeklinde cevaplar alıyoruz. Tamamen keyfi gerekçelerle Mescid-i Aksa girişlerini kapatıyorlar. Ve bu keyfi uygulama sadece Türkler için. Israr ettiğiniz vakit sesler yükseliyor, hakaretler, küfürler ediliyor, coplar çekiliyor, fiziksel tacize/şiddete varacak kadar tavırlarını sertleştiriyorlar. Mescid-i Aksa kapılarında Türklerden kaynaklı yaşanabilecek herhangi bir olumsuz durumun, daha sonraki kafilelerin girişini ve daha önemlisi, onlara destek olmak amacıyla gittiğimizi bildikleri Kudüslüleri zor durumda bırakacağından, her kapıdan dönmek zorunda kalıyoruz. Aksa’ya giriş mücadelesi tam 6 saat sürüyor. Müslüman Türkler, İslam toprağı Mescid-i Aksa'ya girebilmek için Yahudi asker ve polislerin sözlü ve fiziksel tacizlerine maruz kalarak uzun saatler boyunca Mescid-i Aksa kapılarının, birinden bir diğerine koşuyor. Bizler kapı kapı kovulurken, daha dün Eski Şehir sokaklarında müslümanlarla göz teması kurmamak için duvar diplerinden yürüyen başı önde koyu Yahudi Harediler, bugün ellerini birbirlerinin omzuna atıp etrafımızda dönerek şarkılar söyleyip düştüğümüz durumla alay etme cesaretini kendilerinde bulabiliyor. Daha dün, bizimle iletişim kurmamak için yanındaki askerle ilgilenen işgal kuvvetleri, bugün sadece Mescidi Aksa kapılarına değil şehir kapılarına barikatlar kurup adeta Türk avına çıkabilme cesareti gösterebiliyor. Ve çok manidardır ki Mescid-i Aksa kapılarında askerler bizi “One minute” diyerek durduruyor. "Türk olmamız" gerekçesi ve keyfi uygulamalarla engellenmemiz ve kötü muamelelere maruz bırakılmaktaki maksadın, şahsımız üzerinden devletimizi itibarsızlaştırmak olduğunun farkındayız. Tezahür eden öfkenin, kuyruk acısı ve akıbet korkusunun müsebbibi olmamızdan kaynaklandığından da. Lakin, şehre girişte yaşadığınız karmaşık hisler bu kez de zalimin bizi görmek istememesine mi sevinmeli yoksa Mescid-i Aksa'ya giremediğimiz için mi üzülmeli karmaşasına dönüşüyor.
Ve en büyük teselli elbette Kudüslüler… Gazze’nin hüznünün haklı sitemini etmek şöyle dursun, daha büyük sevgiyle, içtenlikle bağrına basıyorlar Türkleri. Kudüslüler, bizi karşılarken “Evinize hoşgeldiniz” diyorlar ve ikramda bulunmak için, evlerinde ağırlamak için adeta yarışıyorlar. Seher vaktinden, yatsı namazı sonrası Aksa kapıları kapanana dek ümmetin izzetinin nöbetini tutmayı vazife edinen murabıtların sayısı eskiye göre hayli az. İşgalciler tarafından uzaklaştırılıyor, tutuklanıyorlar. Çünkü direnen herkes işgal yönetiminin hedefinde. Çünkü ona boyun eğmeyen herkes, terörist.
Yönetimin her metodu işgale hizmet ediyor. Vergiler bir işgal aracı. Bir esnafın aylık vergi borcu kazancını aşıyor. Ödenmeyince işgalciler dükkanlara el koyuyor. “Biz sonradan geldik; işgalciyiz” diyemediklerinden, evinizin ruhsatı yok diyorlar. Osmanlı belgeleri geçerli değil. Yeni başvurular kabul olmuyor. Bu yüzden Filistin’in her yerinde her gün yıkım ya da el koyma olayları yaşanıyor. Yani işgal, Filistinlilere Gazze’de ölüm, Kudüs ve Batı Şeria’da ölüme yakın, boğucu bir hayat sunuyor.
Yüzünü çevirdiğin her yerde bir peygamber hatırası gördüğün, medeniyetin, insanlığın doğduğu bu toprakların ev sahiplerine reva görülenler, boğazında yumru oluyor. Ve tam da bu an bir Kudüslü ’nün sesini işitiyoruz: “Keşke sizin bombalarınızın altında can verseydik. Yaşadıklarımız bu kadar ağır gelmezdi. Bu şerefli bir ölüm olurdu bizim için.” Ecdattan miras, merhamet kuşanmış hamilik payesinin hakkını verememekten mahcup, boynumuzu büküyoruz. Gözlerimizi birbirimizden kaçırırken bu kez, şahit olduklarımızın ağırlığı ve duyduklarımızın yakıcılığı, tarifi imkansız azaba dönüşüyor.
“Kudüs’e bir kez gidilir. Diğerleri hep geri dönüştür” derler. Ziyaretimizden bize düşen, tüm kapıların ardına kadar açık olduğu bir geri dönüş için duadan çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğuydu. İşgalin, geri dönmememiz için bizi bu kadar yıpratma gayretinin sebebi, bizim aksimize, tarihi misyonumuzun ve duadan fazlasını barındırdığımız potansiyelimizin farkında olmalarıdır.
Henüz Yorum yok