- 24 Aralýk 2025 - TÖVBE SEFERBERLİĞİ
- 08 Aralýk 2025 - HORASAN’DAN BİR NEFES
- 03 Aralýk 2025 - KURBAN OLMANIN ATEŞİ
- 19 Kasým 2025 - İLK KİM ALACAK?
- 04 Kasým 2025 - ÇİLEKEŞ BİR MÜSLÜMANIN GÖZYAŞLARINI GÖRMEK
- 30 Ekim 2025 - KORKTUM AMA ÖĞRENDİM
- 25 Ekim 2025 - MODERN İNSANIN ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZI
- 16 Ekim 2025 - ONLARIN SINAVI / BİZİM SINAVIMIZ
- 02 Ekim 2025 - SUMUD FİLOSU GAZİLERİNE SELAM VE HASRETLE…
- 24 Eylül 2025 - FİTNE ATEŞİ
- 07 Eylül 2025 - SÜKÛNET DERSİ / DERDİ
- 28 Aðustos 2025 - BABAM…
- 25 Aðustos 2025 - MURDAR ÖLMEMEK İÇİN
- 18 Haziran 2025 - VAHİY DEVAM EDİYOR
- 11 Haziran 2025 - TİTANİK’TE MÜSLÜMAN OLMAK / MÜSLÜMAN KALMAK
- 23 Mayýs 2025 - MÜSLÜMANIN AYRILMA AHLAKI
- 14 Mayýs 2025 - NEREDE HATA YAPIYORUZ?
- 01 Mayýs 2025 - ASIL YARIŞ BURADA
- 11 Nisan 2025 - ÇAĞDAŞ ZÜLBİCÂDEYN
- 09 Nisan 2025 - KISKANMA HAKKIMI KULLANMAK İSTİYORUM
- 25 Mart 2025 - HATIRALARIN GÖLGESİNDE İTİKÂF
- 25 Mart 2025 - HATIRALARIN GÖLGESİNDE İTİKÂF
- 13 Ocak 2025 - KUSURSUZ BİR CENAZE
- 07 Ocak 2025 - ZORLA DÖNÜNCE Mİ?
- 25 Aralýk 2024 - GASSAL ELİNDE MEYYİT
- 17 Aralýk 2024 - GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ
- 09 Aralýk 2024 - HAZIR OLMAYANLAR İÇİN
- 03 Aralýk 2024 - BİR TUTAM PİŞMANLIK
- 26 Kasým 2024 - CAMİ VE ÇOCUK SESİ
- 22 Kasým 2024 - NE SAĞLAM BİR ÇINARDI
- 06 Haziran 2024 - BİR GÜNDE İKİ SABAH NAMAZI
- 23 Mayýs 2024 - İRAN’DA HELİKOPTERİ KİM Mİ DÜŞÜRDÜ?
HAŞİM AKIN
-YENİ- GERİYE NASIL DÖNSEK?
GERİYE NASIL DÖNSEK?
Çocukken saklambaç oynardık. Ebe olan arkadaşımız belli bir sayıya kadar sayar, ardından yüksek sesle “Önüm arkam, sağım solum ebe sobe!” diyerek sözde kendini güvene alırdı.
Keşke hâlâ çocuk olsaydık ve saklambaç oynamaya devam etseydik… Çünkü büyüdükçe gizlenmesi gerekeni unuttuk; saklanmayı değil, teşhiri öğrendik. Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız her yönüyle teşhir hastalığıyla doldu. Ne gizlenecek, ne sakınılacak; neyin mahrem olduğu bilgisi elimizden kayıp gitti. Öyle bir maraza tutulduk ki devası zor…
1.İbadetlerde ihlas ve takvayı yok eden, yapılanı görünür kılma ve bununla övünme hastalığına İslam “riya” adını verir. Hadis-i şeriflerde riyanın “küçük şirk” olarak tanımlanması boşuna değildir. Sadakamız, namazımız, haccımız ve diğer ibadetlerimiz fotoğraflanıp paylaşılmadıkça sanki eksik kalıyor. Hac ya da umreden bir kare paylaşmayan kaç dostumuz kaldı? Paylaşınca sevap arttı mı, azaldı mı; bunu pek düşünmedik. “Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi” gerektiğini dillerimize doladık ama hayata geçirmekte isteksiz davrandık.
2.Sadece ibadetlerin değil, günahların da mahremiyetini yok ettik. Oysa kul ile Rabbi arasında kaldığında affa daha yakın olan hatalar vardı. Biz, sanki iyi bir iş yapıyormuş gibi günahlarımızı açıkladık; kulları da şahit kıldık ve affı zorlaştırdık. Atalarımız “İbadet gizli, kabahat de gizli” demişti. Biz ise hem ibadeti hem kabahati aşikâr ettik. Kullukta yarışamadık belki ama isyanda yarışır hâle geldik. Günahın reklamının, günahı çoğalttığını bildiğimiz hâlde buna devam ettik; artan mesuliyeti göze aldık.
3.Rabbimiz Rahmân sıfatının bir tecellisi olarak türlü nimetler verdi. Bazen vererek, bazen alarak imtihan etti. Oysa elimizdekini paylaşarak çoğaltmak, şükrederek bereketlendirmek varken övünmeyi tercih ettik. Yediklerimiz, gezdiklerimiz, giydiklerimiz başkalarının beğenisine sunuldu. Allah’ın verdiği nimetlere şükretsek artacaktı; biz hava atınca, kıskandırınca bereketini yitirdik. Eskiden pazar malzemesinin filede taşınması ayıp sayılırdı. “Buna fakir fukaranın gözü değmemiştir” diye pazarda tezgâhın arkasında duran meyve sebzeleri almak isteyen büyükler gitti de yerine övünmekle acıkan bir nesil türedi.Nimetler belki sayıca azalmadı ama nitelik olarak fakirleşti; bereket çekildi. Hayatımıza bakan, bunun aksini iddia edebilir mi?
4.Rabbimiz sadece mal değil; aileyi ve evlatları da nimet olarak verdi. Bunun ağır bir sorumluluğu vardı: evlatları iman ve Kur’an üzere yetiştirmek. Böyle evlatların anne-babasına cennet vesilesi olacağını bildik, çokça konuştuk. Ama nazar gibi nice musibetin kapısını da biz araladık. Evde kalması gereken özel hâlleri herkesle paylaştık. Olan vardı, olmayan vardı; haset eden vardı, plan kuran vardı. Yakup (a.s), oğullarına Mısır’a girerken “ayrı kapılardan girin” diyerek güçlerini gizlemelerini öğütlemişti. Biz ise övünç vesilesi hâline getirdik.
5.Hayatımızda çok özel anlar oldu: doğumlar, büyümeler, nişanlar, düğünler… En mahrem kareler başkalarının beğenisine sunulmadıkça eksik hissedildi. Eş dosttan kıskandığımız evlatlarımızın görüntüleri, hiç tanımadığımız insanların önüne serildi. Evde misafirleri kadın-erkek ayrı ağırlayan bizler, düğün salonlarında tüm sınırları kaldırdık. Dün “Batı’nın sapması” diye eleştirdiğimiz alışkanlıkları, bugün “çağın gereği” diyerek sahiplendik. Mahremiyet duygusu, nefisten taşan teşhir arzusu karşısında eridi.
6.Yorulduk, tatil yapmak istedik. Helal dairede kaldıktan sonra bunda bir sakınca yoktu. Ama tatilin huzurunu yaşamak yerine, paylaşım yarışına girdik. “Geçen yıl o daha çok beğeni almıştı, bu yıl ben geçmeliyim” düşüncesiyle sahte mutluluk pozları verdik. Ardından adı konulamayan manevi hastalıklar geldi: huzursuzluklar, çocuk sorunları, bereketsizlik… Oysa sadece orada olmanın, şükretmenin tadını yaşasaydık.
7.Hayatımızı kuşatan sosyal medyaya haddinden fazla güvendik. Dostluğu, tebliği, hatta tedaviyi orada arar olduk. Kaynağı belirsiz bilgiler, uydurma hadisler dolaştı durdu. Okumak yetmedi; paylaşmak zorundaydık. Çoğunu kimin ve hangi amaçla yazdığını bilemedik, merak da etmedik. Aile bireylerinin özel hayatı izinsizce teşhir edildi. Belki gizli kalması gereken bir görüşme, bir kareyle ifşa edildi. Ama “burada adet böyleydi.” Ne yediğimiz değil, neyi paylaştığımız önemliydi. Konya’ya gelip etli ekmek yememek değil, onunla poz vermemek ayıp sayıldı.
Geriye nasıl dönsek?
Toptan bir niyet etmeye var mıyız?
Haydi Bismillah…



Henüz Yorum yok