HAŞİM AKIN

-YENİ- BABAM…

BABAM…

Kurban bayramına üç gün kalmıştı. Okuldayım ve annem aradı. Babam ekmek almaya gitmiş ve dönüşte merdivende düşmüş. Hastanede uzun bekleyişin ardından öğrendik ki kalça kemiği kırılmıştı. Ameliyat olacak. Ortopedi doktoru gelip “Amca nasılsın?” diye sordu. Bizim alıştığımız o vakur ifadeyle “Elhamdülillah iyiyim hocam. Daha ne olsun, iyiyim…” dedi. Onun bu cevabı doktoru şaşırtmıştı. Zira kalça kemiği kırılan bu yaşlı adamın ağrısı, şikâyetleri olmalıydı. “Ben yürür müyüm? İyileşir miyim? Yoksa sakat kalır mıyım?” Gibi birçok soruları sorması gerekirdi. Doktorun bu şaşkınlığı üzerine araya girdim ve “Hocam! Babam, hali ne olursa olsun bundan başkaca bir cevap vermez size. O yaşadığı her halinde şükretmeyi sever ve bunu da ifade eder” dedim. “Haydi, öyle olsun” der gibi kafasını çevirip çıktı.

Üç hafta önce ebedi yurduna uğurladığımız babam hiç halinden şikâyet etmezdi. Onun kitabında yoktu şikâyet etmek. Dünyanın geçici olduğunu bildiği için de dualarını ona göre yapardı. Yürümekte zorlandı, iki kez kalça kemikleri kırılıp ameliyat oldu. Ama her defasında “Siz endişe etmeyin ben en kısa zamanda yürüyeceğim Allah’ın izniyle” diye bizi teselli ederdi. Öyle de oldu.

Küçük yaşta öksüzlüğe adım atmış, zor şartlarda büyümüş ve bu nedenle de anne veya babasından ayrı kalan çocuklara çok ayrı bir muhabbeti ve hüznü olurdu. Genç yaşında Kur’an-ı kerim okumayı öğrenememiş, elektronik kalemle Mushaf sayfasına bakıp Kur’an dinlemeyi çok severlerdi. Bu onlar için ayrı ve güzel bir ibadetti. Yanında beraberce namaz kıldığı diğer insanlara oranla neredeyse iki kat daha yavaşlıkta ve huzurla kıldığı namazları da onun içindi… 

               Gerçekten de dünya, geçici olarak kaldığımız bir mekândır. Bir süre kalıp sonra da kalkıp gideceğimiz geçici konak merkezi. Modern deyimle devre mülk burası. Süren kadar kullan ve devredip ayrıl. Normal zamanda unutup da cenazenin başında hatırlıyor olsak da durumun gerçeği budur.

  Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah (s.a.v) bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:

–Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular.  (Tirmizî)

Sevgili babam da günü gelince göçüp gitti bu dünyadan. Ardından bize onun iman ve vakarıyla bıraktığı hatıraları kaldı. Büyüklerin ısrarla tavsiye ettiği “kırmadan- kırılmadan” ilkesini en güzeliyle uyguladı. Kimseyi kırmama, incitmeme, üzerinde kul hakkıyla göçmeme konusundaki hassasiyetini hep korudu. Uzun yıllar köylere pazarcılık yaptık. Seydişehir’in bilmediğimiz köyü kalmadı. Bazılarını veresiye defterine yazar, çoğunu da yazmazdık. Birçok köylünün borcu onun veya bizim zihnen hatırladığımız kadardı. İhtilaf olursa da onun dediği geçerli olurdu.

Son günlerinde usulüne uygun bir şekilde “la ilahe illallah” cümlesini hatırlattık. Yıllardır çok sevdiği ve vird olarak tekrar ettiği Hz. Yunus’un (a.s) “la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” duasını tekrar etti hep. Yaşadığı ve diline pelesenk ettiği cümlelerle göçüp gitti.

Bana sevgili babamın en önemli özelliği sorsalar Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin meşhur cümlesini söylerdim. Hiç bir amelime güvenmiyorumlakin Allahü Teala'nın düşmanlarına düşmanlığım var.Babam rahmetli deAllah'a, O’nun dostlarına, O’nun hatırına sevilmesi gerekenlere gönülden muhabbet duyar, düşmanlarına da zırnık muhabbet beslemezdi. Sevgi ve muhabbetindeki cömertlik orada biterdi.

Cenaze esnası ve sonrasında destek ve dualarını esirgemeyen tüm dostlarına teşekkürlerimi iletir, küçük bir hediye olarak da Fatihalarını istirham ederiz.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri