Esra Palancı
MESCİD-İ AKSA’NIN KALBİ: KUBBETÜ’S-SAHRA
Kudüs ya da Mescid-i Aksa denildiğinde zihinlerde ilk canlanan kuşkusuz altın rengi kubbesiyle bir güneş gibi parlayan Kubbetü’s- Sahra’dır. Dikkat çekici mimarisi ve görsel medyada Mescid-i Aksa ile ilgili herhangi bir meselede ön plana çıkan ilk yapı olması sebebiyle olsa gerek pek çok insan tarafından Mescid-i Aksa ile karıştırılmaktadır. Kubbetü’s-Sahra Mescid-i Aksa olarak ifade ettiğimiz 144 dönümlük arazinin içerisinde bulunan önemli yapılardan sadece biridir. Yapıldığı dönemden itibaren Kudüs’e hâkim olan devletlerin ve bölgeye gelen ziyaretçilerin özel ihtimam gösterdiği bir mekân olmuş ve tarih boyunca da canlılığını korumuştur. Kubbetü’s- Sahra’yı anlatmaya isminde de geçen “Sahre” kelimesi ile başlamak yerinde olacaktır. “Sahre” sözlük anlamı itibariyle “büyük taş kütlesi, kaya” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise Kudüs’te, Yahudilere göre Kutsal Moriya Tepesi üzerinde, Müslümanlar için ise Kudüs Harem-i Şerifi sınırları içerisinde bulunan kutsal taşı ifade etmektedir. Bu taş Kubbetü’s-Sahra olarak bilinen yapının merkezinde yer almaktadır. Sahre taşının altında yaklaşık 1,50 m. yüksekliğinde, yontularak düzeltilip genişletilmiş, 4,50 × 4,50 m. boyutlarında bir mağara bulunmaktadır. Bu mağaraya on basamaklı bir merdivenle inilmektedir. Sahre taşı, Yahudi geleneğinde Evan Şatiah (su kayası veya temel kayası), İslam geleneğinde ise genellikle Hacer-i Muallak ismiyle anılmaktadır. Bu taş üç semavi din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) için de önemli anlamlar taşımaktadır. Yahudi geleneğinde; Sahre’nin Süleyman Mâbedi’nin Kudsü’l-akdes bölümünün temelini teşkil ettiği, dünyanın ortasında bulunduğu, dünyanın bu kayadan yaratılmaya başlandığı, Hz. Nuh’un gemisinin tûfandan sonra onun üstüne oturduğu ve üzerinde Hz. İbrâhim’in kurban kestiği, Hz. Dâvûd’un ise tövbe ettiği gibi değişik inanışlar vardır. Hıristiyan inanışına göre ise Hz. İsa bu kayanın olduğu tepede çarmıha gerilmiştir. Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinin yanı sıra İslam geleneğinde de özel anlamlar taşıyan Sahre taşından Kur’an-ı Kerim’de doğrudan bahsedilmemekle beraber bazı ayetler müfessirler tarafından Sahre taşı ile ilişkilendirilerek yorumlanmıştır. Mesela, İsra Suresi 1. ayetinde geçen el-Mescidü’l-aksâ Beytülmakdis’le, o da Sahre ile yorumlanmıştır. Benzer şekilde Kaf Suresi’nin 41. ayetinde geçen “Seslenen (İsrâfil)’in yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.” ayetinde geçen “yakın yer”den maksadın Sahre olduğu ifade edilmiştir. Rivayete göre İsrâfil, Sahre üzerinde duracak ve oradan seslenecektir. Mü’minûn sûresinin “Gökten suyu bir ölçü dâhilinde indirdik de onu yerde (faydası için) biz durdurduk. Şüphesiz biz onu gidermeye de kâdiriz.” şeklindeki 18. âyetinin tefsirinde yeryüzündeki bütün suların Sahre’nin altından çıktığı, Sahre’nin ise hiçbir yere bağlı olmadan havada asılı durduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim ayetlerinin yanı sıra Hadis kaynaklarında da Sahre taşı ile alakalı çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Rivayetlerin, çoğunlukla Sahre’nin mahiyeti, fazileti, Sahre’de meydana gelen olaylar ve meydana geleceğine inanılan olayları konu edindiği kaynaklarda ifade edilmektedir. Hz. Muhammed (sav) ile Sahre ilişkisinin en somut ve bilinen örneği olarak Miraç hadisesi karşımıza çıkmaktadır. Bu rivayetlere göre Hz. Peygamber (sav) Miraç gecesi Sahre üzerinden göğe yükseltilmiştir. Müslümanlar tarafından Sahre taşına verilen önemin yaygın olarak bilinen sebebi de esasında budur. Miraç hadisesinin yanı sıra kaynaklara sıhhat açısından güvenilir olarak geçen İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste Sahre’nin cennetten olduğu, cennet taşlarından bir taş olduğu ifade edilmiştir. Yine İslâm tarihine bakıldığında Hz. Ömer döneminde Kudüs’ün fethedilmesinin ardından yaşanılan hadiselere ilişkin anlatımlarda da Sahre’nin bu anlatımlara konu edildiği görülmektedir. Rivayete göre; Hz. Ömer Kudüs’ü sulh yoluyla teslim aldıktan sonra Sahre’yi aramaya koyulmuş ve Patrik Sophronius’tan Kur’an-ı Kerim’de Mescid-i Aksa olarak geçen, sınırları içerisinde Sahre taşının da bulunduğu Süleyman Mâbedi’nin yerini bildirmesini istemiştir. Patrik Hz. Ömer ve beraberindekileri Kıyâme Kilisesi’ne getirmiş ancak Hz. Ömer oraya bakınca Hz. Peygamberin (sav) anlattığı gibi olmadığını görerek patriğe yalan söylediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Patrik, onları Sahyun Kilisesi’ne getirerek oranın Süleyman Mâbedi olduğunu bildirmiş ancak Hz. Ömer yine yalan söylediğini belirtmiştir. Bunun üzerine başka bir mekâna geçmişler ve orada Hz. Ömer: “Allahuekber! Bu, Rasulullah’ın bizlere, oradan miraca yükseldiğini anlattığı Süleyman Mâbedi’nin kendisidir.” diyerek nihayet doğru mekânda olduklarını tespit etmiştir. Fakat Hristiyanların İsrailoğullarına olan öfkeleri sebebiyle her taraf ve Sahre’nin üstü çöp ile dolmuştur. Durumu gören Hz. Ömer cübbesini açarak çöpleri üzerine doldurmuş ve onun tavrını gören beraberindeki Müslümanlar da aynısını yapmışlardır. Harem bölgesi Hz. Ömer’in öncülüğünde ortaya çıkarıldıktan ve temizlendikten sonra buraya bir mescit yapılması hususu gündeme gelmiştir. Hz. Ömer yaptığı istişarelerin ardından Sahre’nin güney tarafına ve sadece Kâbe’yi kıble olarak belirlediği Ömer Mescidi’ni inşa ettirmiştir. Hz. Ömer’in yaptırdığı bu mescidin yerine Emevi Dönemi’nde Kubbetü’s-Sahra olarak bildiğimiz yapı inşa edilmiştir. Kubbetü’s-Sahra’nın daha çok Batılılar tarafından Ömer Camii olarak bilinmesinin sebebi budur. Netice itibariyle Sahre taşının, üç semavi din için de değerli olduğu ve özel anlamlar taşıdığı görülmektedir. Bu taşa yüklenen anlamın bir neticesi olarak Emevî Dönemi’nde 685-692 yılları arasında Halife Abdülmelik B. Mervan tarafından Sahre’nin üzerine Kubbetü’s-Sahra adı verilen bu yapı inşa edilmiş ve bu sayede taş ve çevresi yapılaştırılarak koruma altına alınmıştır. Burada belirtmek gerekir ki Halifenin bu yapıyı hangi amaçla yaptırdığına dair farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler Halifenin bu yapıyı Mekke’de halifeliğini ilan eden Abdullah Bin Zübeyr’in gücünü zayıflatmak maksadıyla Kabe’ye nazire bir mabet olarak yaptırdığını ifade etmiştir. Fakat bu görüşün tarihi olay ve gerçeklerle örtüşmediği kaynaklarda ifade edilmiştir. Bazılarına göre ise Halife bu yapıyı Müslümanların Hıristiyan yapılarına hayranlık duymalarını önlemek ve bunlar karşısında duydukları eksikliği gidermek maksadı ile yaptırmıştır. Bir diğer rivayet ise Halife, Müslümanlar ve Musevîlerce kutsal kabul edilen taşı muhafaza altına almak ve bu taşla ilgili hâtıraları korumak amacıyla bu yapıyı inşa ettirmiştir. Halife Abdülmelik b. Mervan’ın böyle bir eseri yaptırmakla, hem Musevîlerin hem de Müslümanların gönüllerini alıp takdir ve beğenilerini kazandığı ifade edilmiştir. Netice itibariyle Kubbetü’s-Sahra bunlardan herhangi birisine ya da başka bir sebebe bağlı olarak inşa edilmiş olabilir. Fakat hangi sebeple yaptırılmış olursa olsun Kubbetü’s-Sahra, Hacer-i Muallak ve bu yapının bulunduğu alanın biz Müslümanlar için önemli olduğu tartışmasızdır. Kubbetü’s-Sahra tarihi ile olduğu kadar göz alıcı mimarisi ve süslemeleri ile de dikkat çeken bir yapıdır. Sekizgen bir yapıya sahip ve dört kapısı bulunmaktadır. En önemli özelliklerinden biri ise kubbesidir. Nitekim ismini de buradan almaktadır. Bu kubbe inşa edildiği Emeviler Dönemi’nde altın ile kaplanmıştır. Bu altın kaplama Abbasiler Dönemi’nde kaldırılmış ancak sembolik olarak o günden itibaren altın görünümlü malzemelerle kaplatılmaya devam edilmiştir. Yapının dışında yer alan çini süslemeleri Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’ne aittir. İç duvarlar İsra, Ahzap, Ali İmran ve Nisa Surelerinden ayetler yazılı olan süsleme ve motiflerle zenginleştirilmiştir. Kubbetü’s-Sahra’nın içerisindeki kubbe kasnağında Selahaddin Eyyubi tarafından yazdırılan Taha Suresi’nin ilk 21 ayeti bulunmaktadır. Yapının sekizgen dış duvarının üst tarafına II. Abdülhamid tarafından Yasin-i Şerif yazdırılmıştır. Bu şekilde yapının içinde ve dışında pek çok ayet bulunmaktadır. Yapı tarihinden, mimarisine ve süslemelerine kadar her zerresinde İslam’ın izlerini taşımaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki Kubbetü’s- Sahra içinde barındırdığı Hacer-i Muallak ve bulunduğu alan itibariyle İslam’ın Mescid-i Aksa’daki önemli simgelerinden biridir. Her bir zerresinde İslam’ın izlerini taşıyan bu yapı tarih boyunca Müslümanlar tarafından her zaman ilgi odağı olmuş, korunmuş ve uğruna bedeller ödenmiştir. İsrail’in zulmü, baskıları ve oluşturduğu korku atmosferine rağmen bugün de Müslümanlar tarafından aynı ilgiyle ziyaret edilmekte, silahların gölgesi altında özgürlüğüne kavuşacağı günü beklemektedir. Esra PALANCI Yararlanılan Kaynaklar Zeyneb ARPACIK, “Kubbetü’s-Sahra -Kuruluşundan Osmanlı Dönemine Kadar-” Marmara Üniversitesi İslam Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2019 Fettah AYKAÇ, “Beytü’l-Makdis’in Önemli İslami Yapıları” Prof. Dr. Abdülkadir DÜNDAR, “Kubbetü’s-Sahra” Nebi BOZKURT, "KUBBETÜ’s-SAHRE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kubbetus-sahre (09.07.2023). Wikipedia katılımcıları (2023). Kubbetü's-Sahre. Vikipedi, Özgür Ansiklopedi.
Henüz Yorum yok