-
Bu yazarın başka makalesi yoktur.
Mutatabbib
Kudüs'e Gidemeyişimiz..!
Kudüs deyince aklıma pek bir şey gelmezdi bir zamanlar. Haberlerde gördüğüm birkaç haberden başka. Bize gösterilen bu şehir; bombaların, patlamaların, çatışmaların, ağlayan annelerin, toprağa uzanan bebeklerin şehri hani. İki haber arasına sıkıştırılmış bir iki dakikalık üzüntü muhasebesi kadarcık bir şeydi en fazla. Sonra tekrar dönerdik kirli dünyamıza. Hayatımız ve haberler böyle devam ederken, hayatımın büyük kırılma noktası denk gelir birden. Ne idim diyeceğimiz, sorgulamalarımızı artıracağımız, aczimizi idrak edeceğimiz kırılmalar olur. İşte benimkisi de onun gibi bir şeydi.
Bu tekdüze hayatımızın tekerine çomağı soktu bir güzel insan. Öyle ki sevdası Kudüs, umudu Kudüs, hayali Kudüs… Sanki hayatı dahi Kudüs. Kudüs için doğmuş, onun için yaşayan ve ömrünün sonuna dek ona hizmet edecek bir yaşam addediyordu benim için. O insan sayesinde Kudüs haber akışındaki yerinden çıkıp, hayatımın tam ortasına konup geldi. Okumadan Kudüs fethedilmez diyordu bir yazar. Okumadan sevilmezdi de bir şehir. Okumaya, anlamaya, sevmeye niyet ettim bu şehri.
Daha nice güzel insan gördüm sayfalar arasında. Bir karış toprağını dahi satmam diyen Ulu Hakan'ı, Kubbetüs Sahra’ya Yasin Süresini çinilerle bezeten Kanunî’yi, avlusunu binlerce kandil ile ışıtan Yavuz Selim'i, çevganıyla Baybars’ı, küçük bir fatihken sevdasına Kudüs diyen Selahattin’i, Hz. Ömer’in Cebel-i Mükebber’den duyulan sesi, bu dünyanın değiştiremediği Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ı ve bir gece Burak ile uruç eden En Sevgili(SAV)’yi…
Bir şehir bu kadar mı sevilir? bir şehri bu kadar çok güzel insan mi sever? yoksa bu şehri sevenler mi güzeldir? Öyle ise niyet edelim bu şehri sevmeye, niyet edelim bu şehri sevenleri sevmeye ki, belki biz de sevenlerden ve biz de sevilenlerden oluruz. Kudüs'ü tanıdıkça gerçekten seviliyor bunu anladım. Sevdikçe insanlara bir sevgiliyi anlatırcasına anlatıyorsun o şehri. Sonra Kudüs için koşanları tanıdım. Onlarla koşmaya çalıştım. Dayanamadım aldım pasaportu ben Kudüs’e gideceğim diye çıktım yola. Ama evden vize çıkmadı, kaldım kursağımda hevesimle baş başa.
Okullarda Kudüs seminerlerine katıldık, yarışmalar, kitaplar derken bir ihtimale tutulduk. Altı kişilik bir ekip, sekiz hafta ki her hafta bir güzel hasene, 8 haftada iyilikte yarışan yüzlerce genç. Bir yarışma diye sıvadık kolları ucunda 3 güzel mükafat vardı. Umreye mi, Kudüs’e mi yoksa Bosna’ya mı? İlkinde Sevgili(sav) ikincisinde de ise sevdiği vardı. Neler yaşadık Kudüs'e gidemeyişimizle geçen bu sekiz haftada anlatmak mümkün değil. Sonunda Kudüs’ü ziyaret etmeye imkan kazandık ama pandemidir diye gidemedik. Hep ne zaman gideceğiz diye tutturduk. Derken başka güzel insanların vesilesi ile Kudüs'e gönderelim, pasaportunu hazırla dendi. Ben pasaportu hazırlayalı yıllar oldu. Hazırım dedim, götürün beni :)
Sonra aklıma geldi ki; o altı kişilik ekip olmazsa da olmaz ki. İstedik ziyaret hakkımızı, tamam dediler. Başladık işlemlere. İlk elenen yabancı uyruklu çok sevdiğim kıymetli arkadaşım oldu. Vize başvurusu dahi yapamadı. Yapacak bir şey yoktu. Kafileye o kadar kişi dahil oldu ki. Sınıf arkadaşlarımız, abilerimiz, hocalarımız. Gideceğimiz tarihin denk geldiği stajdan kalmamak için hocalardan izin almak, aynı anda iki derse de yetişmek… Ödemeler tamam, pasaport elimizde, biletleri de ayarladılar, yolculuk için vizeler son 1/2 gün kala belli olacakmış. Bavullar hazır. Sınıftaki arkadaşlara yarın uçuyoruz, gelince görüşürüz diyorum. Refik olacak güzel insanların yanına gidiyorum. Abi yarın Kudüs'te görüşürüz diyorum. Eve giderken bu şehirde sevdiğim üç mekândan birinin yanındayım, bir türbe var yine içinde güzel bir insan.
Haber geliyor vizeler açıklanmış. Bakıyorum 150 küsur kişilik kafile içinde yeşil pasaportu olan nasipli kişiler hariç vizeler onaylanmış. Sadece 8 kişinin isminin yanında “rejected” yazıyor. Arkadaşlara yazıyorum “Toparlanın gitmiyoruz”. Kötü olaylara sanki hiç aldırmam gibiyim ama içimde fırtınalar kopuyor. Bilmezdim ağlamayı bir zamanlar. Bazen ağlamıştım. Yine döküldü usul usul. Biraz hüzünlü biraz kızgın. Bir zamanlar oturduğum banka dayandım. İkinci kez alamamıştım vizeyi. Yine kalmıştı hevesim kursağımda. Geçiyordu ya o şiirde “Uzun sürmedi rüyalarım. Sevincim yarım kaldı, düşlerim yarım!” Kutsal topraklara girebilmek için bize izin vermek keyfine kalmıştı işgalcinin. Kendimizi avuttuk. Biliyorlar kimin tehlikeli (!) olduğunu diyorduk. Birgün mutlaka vize almadan geze geze gideceğiz kendi topraklarımıza. Gidemeyen 8 kişinin 4’ü o yarışma ekibinden. Gidemeyen bir abi bir yumruk indirdi beynimize. “Düşünün!! neden nasip etmedi bize Allah(CC) kendi mübarek mescidine gitmeyi”. Doğru söylemişti. Neden nasip olmamıştı sevenlerin sevdiği o güzel şehir? Bu da gidenlerin değil kalanların hikayesi..Hep gidenlerden dinlemiştik hikâyeleri. Bir de gidemeyenlerden dinleyin istedim.
Allah(CC) hepimize Alemlerin Sevgilisini başta gönlümüzde sonra makamında ziyaret etmeyi, sonra O’nun sevdiği şehri görmeyi, sokaklarında Peygamberlerin yürüdüğü o şehirde yürümeyi hepimize nasip etsin. Ne demiş şair ”Bir gün akşam olur biz de gideriz”.
…. Mutatabbib,1 Cemaziyelahir 1444(24 Aralık 2022)
1 Yorum
Rabia Kılıç
28 Aralık 2022