- 06 Aralýk 2025 - ÇOCUKLARINIZ ARASINDA ÖPÜCÜKLERİNİZDE BİLE ADİL OLUNUZ
- 27 Kasým 2025 - GÜNDEMİ KİM BELİRLİYOR?
- 21 Kasým 2025 - ÇOCUK EĞİTİMİ ÜZERİNE
- 13 Kasým 2025 - NE İSTİSMAR NE DE İSTİHMAR
- 07 Kasým 2025 - KAVRAM KATLİAMI
- 31 Ekim 2025 - İNSANİ HİZMETLERİN BAŞLANGIÇ NOKTASI ANA-BABA HUKUKUNA RİAYETTİR
- 23 Ekim 2025 - TARİHSELLİK ÜZERİNE
- 17 Ekim 2025 - İSRAİLİYAT ÜZERİNE!!!
- 10 Ekim 2025 - CİHAD İZZET VE ŞEREF KAZANDIRIR
- 03 Ekim 2025 - SAHABEYİ ÇOK SEVİYORUZ
- 02 Ekim 2025 - ÂDİL YÖNETİMİN ŞİFRELERİ
- 21 Eylül 2025 - ANA SINIFLARI VE YOGA EĞİTİMİ
- 12 Eylül 2025 - MESCİD VE İMAM
- 05 Eylül 2025 - DEĞERLER EĞİTİMİ ÜZERİNE
- 29 Aðustos 2025 - TEVHİD-İ TEDRİSAT
- 21 Aðustos 2025 - NİTELİKLİ MÜSLÜMAN YETİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ
- 17 Aðustos 2025 - ÂLİMLER İÇİN GÖREV TANIMI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM
- 07 Aðustos 2025 - MÜNAFIK ZİHNİYETİN HAYATA BAKIŞI
- 04 Aðustos 2025 - ADİL SİYASETÇİ OLMAK İÇİN VAHYİN EĞİTİMİNDEN GEÇMEK GEREKİR
- 28 Temmuz 2025 - ZALİMİN ZULMÜ VARSA MAZLUMUN ALLAH'I VAR
- 22 Temmuz 2025 - KUDÜS'E BİR DE BU FETVADAN BAKALIM
- 21 Temmuz 2025 - İLGİLENENLER İÇİN METODİK BİR HATIRLATMA
- 31 Mayýs 2025 - MÜRŞİD-İ KÂMİL KİMDİR?
MEHMET SÜRMELİ
-YENİ- HADİS VE SÜNNETİ REDDEDENLERE REDDİYE
HADİS VE SÜNNETİ REDDEDENLERE REDDİYE
Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın insanlığa gönderdiği en büyük lütuftur. Kur'an-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i çeşitli yönleriyle yüzlerce ayette tanıtmıştır. Daha açık bir ifadeyle Hz. Peygamber yaşayan bir Kur’an’dır. Bu ayetlerde zaman zaman onun hayatıyla ilgili vurgular ve hatırlatmalar olsa da daha çok o işlevsel yönüyle tanıtılmıştır. İşlevsel yönünü dört temel kavramla açıklamak mümkündür: Tebliğ, tebyin, temsil ve teşri. Bütün yönleriyle Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın insanlığa göndermiş olduğu bir lütuftur. Bu hakikati Yüce Allah şu ayette dile getirmiştir: “Gerçekten Allah, içlerinden bir Resûl seçip kendilerine göndermekle mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. O Resûl, onlara Allah’ın ayetlerini okuyup açıklıyor, (zihinlerini yanlış düşünce ve kabullerden, kalblerini bâtıl inanç ve günahlardan, hayatlarını her türlü kirden temizleyerek) onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (o Kitabı anlama ve tatbik etme yoluyla, ondaki emir ve yasakların manâ ve maksadını, ayrıca eşya ve hadiselerin anlamını) öğretiyor. Bundan önce onlar, hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[1] O’nun kıymetini bilmeyen müşrikler kendilerine lütuf olarak gönderilen rahmet peygamberini Uhud savaşı dâhil birçok kez öldürmek istemişlerdir.
Yukardaki ayetteki esas espri, Peygamber Efendimizin lütuf alanlarının belirtilmesidir ki bunlar onun tebliğ, tebyin, teşri ve temsil yönleridir. Peygamber(s.a.v.)’i bu yönleriyle tasdik etmeyenler ona gerçekten iman etmiş olmazlar ve lütuf olmasından da yararlanamazlar. Resulullah’ın bu işlevsel yönü canlıdır ve onun irtihalinden sonra da bu işlevselliğini devam ettirmektedir. Fakat bu görevlerin bir kısmı ondan sonra nübüvvetin fonksiyonel varisleri olan Rabbani ulema tarafından devam ettirilmektedir veya ettirilmelidir. Rabbani ulemaya tebliğ görevini yüklemenin temelinde, onların tebliğ metodunu bilmelerinin de etkisi vardır. Günümüz uleması Hz. Peygamber’in tebliğ alanına konu olan her şeyi öğrenerek davetin kendilerine ulaşmadığı kimselere ulaştırmalıdır. Hatta bu işi kurumsal hâle getirmek ve kadrolaşmak daha evladır. Bu bağlamda şunu da belirtelim ki Resulullah’ın beyanı olmasaydı birçok ayet bizlere kapalı kalabilirdi. Sünnet bunları beyan etmiştir. Sünnet üzerinden yapay ve köksüz tartışmalar çıkararak mübeyyin alanı reddetmek dalalet ehlinin risalet iddiasıdır. Kur’an’ı, Kur’an-ı Kerim’in kendisine geldiği zattan aha iyi bildiğini söyleme iddiasıdır. Cehaletin tuğyanıdır.
Kur’an-ı Kerim’in hükmünün olmadığı alanlarda ilahi denetim dâhilinde teşri hakkını kullanan Peygamberimiz, bu uygulamasıyla hayatta boşluk bırakmamıştır. Burada Resulullah’ın teşri alanıyla ilgili şunları söyleyebilriz: Resulullah’ın teşrisi Allah’a rağmen olmayıp O’nun gözetimindedir, yanıldığında ilahi düzeltmeden geçmiştir, ilahi ahkâmın olduğu alanlarda nebevi teşri olmamıştır, ayetlerle katiyen çatışmamıştır, ümmetine çözüm odaklı çalışmalar için örnek olmuştur ve uygulamasıyla ehliyetsiz kimselere söz alanı bırakmamıştır. Resulullah’ın bu sünneti gereği gibi anlaşılsa ve Müslüman ulema zamanın tüm sorunlarına vahiy eksenli çözümler ve projeler sunabilseydi İslâm dünyasının gençleri bugün ideolojik küfrün girdabına düşmezlerdi. Gençler arasında kitlesel irtidatlar yaşanmazdı. Resulullah’ın ilahi gözetim altındaki teşrisine karşı çıkanlar içtihadi kudrette olmadıkları için beşeri dinleri önceleyerek veya tercih ederek Müslümanlar arasında dalaletin misyonerliğini yapmaktadırlar. Hz. Peygamber’in teşrisine söz söyleyenlerin siyasi, hukuki, iktisadi ve ilmi alanın sistematik hâle getirilmesiyle alakalı ne yaptıklarını düşünmemek mümküm değildir. Şu bir gerçek ki bu konuda çok söz söleyenler sünnete teslim olmak yerine verili siyasetin ürettiklerine teslim olmaktadırlar. Esasında nebevi teşriye karşı çıkmalarının nedenlerinden biri de çözüm sunacak ve proje hazırlayabilecek bir birikime sahip olamamalarıdır.
Hz. Muhammed(s.a.v.)’in temsili sayesinde ibadetler ve muamelat alanlarında pratik yapabiliyoruz. Bütün Müslümanlarla ortak davranışlar sergileyebiliyoruz. Nebevi temsil sayesinde aramızda bir vahdet meydana gelmektedir. Tüm bu bilgiler ve uygulamalar bizlere hadis kaynakları vasıtasıyla rivayeten gelmişlerdir. Bu alanda gerekli ayıklamalar en titiz biçimde gerçekleştiği için kaynaklarımız güvenilirdir. Oryantalist ağzıyla marjinal konulardan çıkışlar yaparak selef uleması hakkında güvensizlik alanları oluşturmak çok yanlış bir yoldur. Hakka ilim ehli bir rivayetin sahihini sakiminden ayırt edebilir. İlim ehli olmayan ve İslâmî ilimlerin metodolojisinde cahil olanlar ise rasyoneliteyi önceleyerek, yükselen değerlerin ve pozitivist değerlendirmelerin etkisinde kalarak, hümanist bir anlayışla insan egosunu aşkınlaştırarak peygambersiz bir toplum inşa etmeye çalışmaktadırlar. Böyle düşünenlerin baskın medeniyet ve dünya görüşleri karşısında söyleyecek sözleri olmadığı için dünya sistemi karşısında mahkûmiyetten başka bir tercihleri kalmamıştır.
Hz. Muhammed’in, Kur’an-ı Kerim’i açıklayıcı konumunu kabul etmeyip “Bize ayetler yeter” diyerek sünnetin fonksiyonunu reddetmek, hayatın ayrıntılarını rasyonaliteye bırakmak, içinde gizli bir yalancı peygamberlik iddiası bulunan bir tür sapkınlık değil midir? Bu sapkınlığın gerçekleştirmek istediği esas amaçları daha iyi anlatabilmek için yukarda anlattıklarımızı da özetler mahiyette şu başlıklar altında sıralayabiliriz:
1-Toplumda işlevsiz bir peygamber inancı ortaya çıkar ve Müslümanların vahdeti bozulur. Çünkü mü’minler sünnet sayesinde tüm dünyada ortak hareketler yaparlar. Hayatımızın ayrıntılarında bizleri birbirimize benzeten en büyük değer sünnettir. Bayramlarımız, örflerimiz, selamlaşmamız, ibadetlerimizdeki ortak hareketler başta olmak üzere hayatımızın genişlik alanındaki ayrıntılar dayanaklarını sünnetten alır. Sünnet sayesinde dünyanın en ücra yerlerindeki Müslümanlar ortak hareketler yaparlar. Bu durum hac ibadeti esnasında rahat olarak gözlemlenebilir. Sünnetin ortaya koyduğu pratikle Müslümanlar kendi aralarında yakınlık ve ünsiyet kurarlar.
2-Sünnet reddedilince insanlar dine yabancılaşır ve dünyadaki etkin/popüler kültüre entegre olurlar. İyi veya kötü Müslüman (!) olmanın biricik ve değişmez ölçüsü, sünnettir. Sünnet inkâr edildiğinde iyinin ve kötünün ölçüsü kaybolur. İnsanlar sünnete uydukları müddetçe iyi Müslüman, uymadıklarında da iyi Müslüman değildirler. Bu anlamda sünnet mi’yardır. Sünneti reddedenler bu ölçüyü Müslümanların elinden alarak kaos yaratmak isteyen; iyi ile kötüyü birbirine karıştırmayı amaçlayan art niyetli ve bilinçsiz kişilerdir. Sünnet zaten iyinin ölçüsünü Kur’an’a uyarak, tevhidi bilinç ve bütünlük üzerine bina etmiştir. Sünnete göre de hakka Müslüman olunmadan, iyi olunmaz.
3-İbadetlerde anarşi doğar. İnsanlar ibadetler konusunda keyfi davranırlar veya kelimelerle oynayarak ibadetlerin formlarını inkâr ederler veya tamamen kaldırırlar. Ülkemizdeki sünnet inkârcısı bazı gençler böyle bir furyayı bir dönem başlattılar ve ilk kaldırdıkları ibadet de namaz oldu. Çünkü onlar namazı sözlük anlamına göre aldılar ve dua manasını mutlaklaştırarak böyle bir sapıklığa düştüler. Hâlbuki namazın şeklini, vakitlerini ve muhtevasını Peygamber Efendimize Cebrail (a.) öğretmiştir; ayrıntılar vahiyle beyan edilmiştir.[2] Eğer bu kapı yeniden aralanır ve sünnet hesaba katılmayacak olursa İslâm, Hristiyanlığa benzetilerek ibadetlerin tamamına yakını kaldırılır. Sonuçta teklifsiz bir din ortaya çıkar. Modernitenin ve etki alanındaki kâfirlerin de istedikleri, içerisinde şer’î tekliflerin; cihadın, namazın, orucun, zekâtın, haccın olmadığı; faiz serbestisi başta olmak üzere dünya ticaret merkezinin güdümünde bir dini yeniden inşa edebilmektir.
4-Sünneti reddetmek; İslam’ın/Kur’an’ın her dönemde yaşanılabilir oluşuna halel getirir. Vahyi 610 da başlayıp 632 de biten bir tarih içerisine hapsetme yanlışlığına götürür. Zira sünnet İslam’ın evrensel boyutunu gösteren hikmetlerle doludur. Ayrıca günümüzün siyasi, iktisadi, sosyal, hukuki ve ahlaki problemlerine çözüm üretecek olan projelerinin kaynakları da sünnette mündemiçtir. Sünneti reddedenler İslâm’ın batılılaşmaya karşı tez olabilmesi imkânını da Müslümanların ellerinden almaktalar ve tek kutuplu bir dünyaya zemin hazırlamaktadırlar. Sünneti çeşitli nedenlerle reddeden sapıklar çok olmakla beraber Rudi Paret’in; “Müslümanlığın 610-632 yıllarından sonraki hayata bir şey söylediğine inananlar batı ailesi içerisinde yer alamazlar demesi” anlamlıdır. Buradaki esas espri; batı toplumu içerisinde yer almak değildir. Zaten bir müslüman buna asla meraklı olamaz. Söylenen şeyin ana fikri; İslâm’ı tarihe hapsedip evrensel yüzünü inkâr etmektir.
5-Sünneti reddetmek; hayatın genişlik alanında ideolojilerin dinleşmesine zemin hazırlar. Genel hükümler ifade eden Kur’an vahyinin açılımı sünnettedir. Sünnetin sayısal miktarı ve ayet merkezli açılımı hayatın genişlik alanıyla ilgili projeler hazırlamaya daha müsaittir. Sünnet olmadan iktisadi, sosyal, hukuki, siyasi ve ahlaki alternatif çalışmalar yapmak mümkün değildir. Zira sünnet hayattır, velayetin tecelli şeklidir. Sünneti reddedenler kesinlikle kâfir velayetinden kurtulamazlar. İktidar mücadelesi veremezler. İslâm’ın dünya görüşünün sünnette olması, ideolojileri din haline getirenlerin sünnetle ilgili daha çok olumsuz beyanlarda bulunmalarını hızlandırmıştır. Onlar bu çalışmalarını bilinçli bir şekilde yaparlarken sözde bazı Müslümanlarda onların bu yanlış fikirlerinin kurbanları olabilmektedirler.
6-Sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ’nın verdiği beyan, temsil ve teşri yetkisini kendileri gasp etmek suretiyle ameli anlamda sahte bir peygamberlik iddiasında bulunmaktadırlar. Bu malum zihniyet ve temsilcileri Resulullah’ı çeşitli iddialarla işlevsiz konuma getirmekteler ve onun yerine kendilerini koymaktadırlar. Bu yaklaşım sünnete olumsuz bakan herkeste vardır. Sünneti reddedenler, sıcak odalarda ve rahatlık içerisinde tefsir yazanlar ayetlerdeki mübhem, mücmel ve müteşabih ifadeleri nasıl tefsir etmektedirler? Ayetlerdeki temsil görevinin icrasını acaba kime tevdi etmektdirler? Bütün bu soruların doğru cevabı sünnete sıhhatli bakmakla verilebilir. Zayıf ve mevzu rivayetler üzerinden tümel bir hadis-sünnet karalamasına girmek ve mantıktan, metodolojiden uzak demogojik tartışmalar yapmak sadece İslâm düşmanlarına gündem oluşturmaktır. Hz. Peygambere’in beyan ve temsil yetkisine karşı çıkan sapıkların sayısını artırmaktır.
7-Hadis ve sünneti reddedenler, tutundukları bazı marjinal rivayetlerden yola çıkarak İslâm’ın kaynaklarının güvenirliğine ve zenginliğine gölge düşürmek istemektedirler. Bu zevatın iki ciddi sorunu vardır ki bunları telafi etmedikleri müddetçe de söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu sorunlar, ilgili şahısların İslâmî ilimlerin usulünü neredeyse hiç bilmemeleri ve Arapça’ya belagat ilmi başta olmak üzere yeterince vakıf olmamalarıdır. Bu kimselerin sadece sünnet-hadis değil Kur’an anlayışlarıda malüldür. Kendilerini, alet ilimleri başta olmak üzere yeterince donatmak yerine ümmetin yararına olmayan şeyleri ekranlara taşıyarak insanları dinlerinden şüpheye düşürmeleri veya tanımak isteyenleri İslâm’dan soğutmaları onlara vebal olarak yeter. Hadis ilmi adeta bir çağlayandır. Ondan bir katre alıp yükselen değerlerin gölgesinde değerlendirmeler yapmak ya da zayıflığı malum bir rivayet üzerinden genellemelerde bulunmak ilmi bir yaklaşım değildir.
İslam’ın iki temel kaynağı Kur’an ve sünneti anlama, kavrama, yaşama ve hayata hâkim kılma hususunda her Müslümanın gayretli olması gerekir. Konumuz olmamakla beraber şunu hemen vurgulamakta fayda görüyoruz: Kur’an ve sünneti iyi anlamak için; Arap dilinin sarf, nahiv ve belağatına, Dildeki deyim ve söz aktarımlarına, telmihlere, sarih ve kinayeli lafızlara, Peygamber dönemi Arapçasınatam anlamıyla hâkim olmak, ayet ve hadislerin nuzül ve vürud sebeplerini bilmek, naslara bütüncül olarak bakmak, şeriatın gönderiliş maksadını iyi kavramak, nasların coğrafyasını ve kültürünü tanımak, insanı ve insanlık tarihini bilmek, değişken vasıta ile sabit hedefleri belirlemek, nasih-mensuhu kavramak ve nasların delaletine vakıf olmak önemlidir. Bu saymış olduğumuz alanlarda yetersiz olanlar Kur’an’ı da, sünneti de iyi anlayamazlar.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”[3] İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini,[4] Hz. Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”,[5] Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp”[6] Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Hz. Peygamber kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır. Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir. Sünneti reddedenler, Kur’an-ı Kerimi anlamanın en önemli iki anahtarından birini müslümanlardan alıp onları klavuzsuz bırakmak isteyen art niyetli kimselerdir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Allah istikamet ehlinin yardımcısıdır.
[1] Âl-i İmran 3/164
[2]Buhari,59, Bed’ü-l Halk,6,c.IV,s.81; Nesai,Mevakit,1,c.I,s.245-6.
[3] Nisa 4/59.
[4] Nisa 4/60.
[5] Nisa 4/65.
[6] Ahzab 33/36.
MEHMET SÜRMELİ



Henüz Yorum yok