- 18 Haziran 2025 - -YENİ- VAHİY DEVAM EDİYOR
- 11 Haziran 2025 - TİTANİK’TE MÜSLÜMAN OLMAK / MÜSLÜMAN KALMAK
- 23 Mayýs 2025 - MÜSLÜMANIN AYRILMA AHLAKI
- 14 Mayýs 2025 - NEREDE HATA YAPIYORUZ?
- 01 Mayýs 2025 - ASIL YARIŞ BURADA
- 11 Nisan 2025 - ÇAĞDAŞ ZÜLBİCÂDEYN
- 09 Nisan 2025 - KISKANMA HAKKIMI KULLANMAK İSTİYORUM
- 25 Mart 2025 - HATIRALARIN GÖLGESİNDE İTİKÂF
- 25 Mart 2025 - HATIRALARIN GÖLGESİNDE İTİKÂF
- 13 Ocak 2025 - KUSURSUZ BİR CENAZE
- 07 Ocak 2025 - ZORLA DÖNÜNCE Mİ?
- 25 Aralýk 2024 - GASSAL ELİNDE MEYYİT
- 17 Aralýk 2024 - GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ
- 09 Aralýk 2024 - HAZIR OLMAYANLAR İÇİN
- 03 Aralýk 2024 - BİR TUTAM PİŞMANLIK
- 26 Kasým 2024 - CAMİ VE ÇOCUK SESİ
- 22 Kasým 2024 - NE SAĞLAM BİR ÇINARDI
- 06 Haziran 2024 - BİR GÜNDE İKİ SABAH NAMAZI
- 23 Mayýs 2024 - İRAN’DA HELİKOPTERİ KİM Mİ DÜŞÜRDÜ?

HAŞİM AKIN
-YENİ- MURDAR ÖLMEMEK İÇİN
Hayatta dermanı olmayan dert yoktur. Allah her derdin bir şifasını vermiştir. Bazı dertlerin dermanı da o derdin içinde gizlidir. Derdi yaşamak ve ne yaşadığını bilmek şifaya sebep olabilir.
Yaşadığımız bu hayatta şikâyet ettiğimiz ve çözmekte zorlandığımız birçok problemle iç içe bulunuruz. Nübüvvetten önce Allah’ın habibi (s.a.v) Mekke’nin şirk ve isyan derdinden bunalınca çözüm olarak kendisini HİRA mağarasına atmakta buluyordu. İnsanın kalbini söküp alan ve onu rahatsız eden bir şirk ve isyan alışkanlığına şahit olmak ve bunu düzeltememek gerçekten çok büyük bir sıkıntıdır. Konuşmak zor, susmak ayrı bir sıkıntı.
Hele yıllardır yaşanan Gazze saldırına alışıyor olmak, artık rutinleşmesine tahammül etmek, zulmün kanıksanmasına seyirci kalmak inanılır ve kabul edilebilir bir durum da değil. İlk zamanlarda sokağa çıkan, bağırıp çağıran, boykot eden, rahatsızlığını dile getiren ama “bizimle olmaz ki bu iş” deyip ipin ucunu bırakıveren, gündelik hayatına dalıp giden Müslüman tipi çok acı bir manzaranın göstergesi oluverdi. Zulümle barışmak ve onun gücünü benimsemek, Allah’ın inayetine sığınıp devinim göstermesi gerekirken tembellik ve boş vermişliğe sığınmak gerçekten çok vahim bir durum. Bireysel veya toplumsal konfor alanının bozulmasından endişe duyarak Gazze’yi kendi haline bırakmak çok acı bir yüz karası olarak kalacak.
Geçen günlerde çarşıda çok sevdiğim ve ilim ve irfanıyla ışık olmaya gayret eden bir hocamla karşılaşıp selamlaştık. Kısa süreli de olsa halimizden ve zamanın / ortamın şartlarından dertleştik. Çözüm bulamayıp yutkunduğumuz ve acziyetimizle yüzümüzü kızartan dertlerimizi hatırlayıp dua ettik. Sonunda hocam şu güzel cümleyi kurdu. “ Biz de bazen abimle benzeri konuları konuşup dertleşiyoruz. Ve sonunda şöyle diyoruz. Dua edip gayret etmekten başkaca da bir çıkış yolu yok. Biz dua edeceğiz ve teslim olmadan devinmeye devam edeceğiz. Zira Konya’da bir atasözü vardır. “Debelenen koyun murdar ölmez.”
Ben bu sözü ilk kez duymuştum. Gerçekten de doğru bir tespitti. Önemli olan ölmemek değil elbette. Hayata karar veremediğimiz gibi ölüme de veremeyeceğiz. Ama önemli olan Müslümanca bir ölümle buluşmaksa onun da yolu bu Konyalı atasözünde gizliymiş. Kendini bırakma ve bir şeyler yapmaya devam et.
Kurtaramadıklarımız var. Peşinden yetişip çekip çıkaramadıklarımız da çok. Söyleyip dinletemediklerimiz veya dinletip de icraata geçiremediklerimiz hiç de az değil. Tüm bu olumsuz neticeler bizim mücadeleyi bırakmamamız gerektiğini gösteriyor. Zaferle değil de seferle emr olunan, yolda oluşunun ve yolda kalışının değer bulduğu, gayreti / çabası kadar değer görecek bir yapımız var.
Araf suresi 164. Ayeti kerime işte tam da bunu izah ediyor. Ümitsizliğe düşmek ve başarılamayacak endişesiyle çalışma ve gayreti terk edivermek Müslümanca bir tavır değildir. Lüt (AS) azap meleklerinin şehrine gelip de buradan çıkmalarını söylediğinde yanında sadece kızları vardı. Yılardır aynı evi paylaştığı hanımı bile onunla beraber olamamıştı. İnsan kendi evladı veya eşi bile olsa bazen sözünü dinletemez. Ancak bu sözünü dinletememe ve “Ne haliniz varsa görün. Benden bu kadar” şeklinde kendini bir köşeye atma ve olayların dışında kendine küçük bir dünya kurma çabası asla kabul edilemez. Asıl yıkım ve kaybediş bununla başlar.
Bizde yanlış kullanılan bir kısım deyimler de vardır. “Olmayacak duaya âmin demek” gibi önyargılı, beklentiyi küçülten, yenilgiyi hemen kabul eden, kulluğu çabaya değil de dilinin ucuyla yaptığı dua ile nimete ulaşma olarak anlayan yaklaşımları da bulmak mümkün. Oysaki rabbimiz kullarının duasını bekler. Onların dua edip ona yakarmaları, samimi ve içten bir şekilde buna devam etmeleri, kulluğun gerçek bilinciyle rabbine sığınmış olmaları Onu memnun eder.
Her kulun sözlü ve kalbi duaları yanında mutlaka fiili duaları da olmalıdır. Teslim olmadan ve sadece “Müslümanca yaşama ve inancıyla var olma” bilincini ayakta tutma adına bile olsa bir şeyler yapabilme bize yakışır. Suçu başkalarına atmak çok kolaydır. Gazze gibi ümmete mal olmuş büyük olaylarda halkı Müslüman olan ülkelerin başlarındaki kukla idarecilerin gaflet veya ihanetleri yok sayılamaz. Kendini İslam’ın hamisi ve bayraktarı olarak gören kimi ülkelerde Gazze’yi konuşmak bile yasak. Böylesine bir korkaklık ve ihanetin içindeler. Elbette Allah bunların da hesabını soracaktır. Ama bizim görevimiz onların suçlarını sayıp dökmek ve tüm vebali onlara yıkmak da değildir. Zira onlar bu tavrı ilk kez göstermedi ki biz “gördüklerimizle şok olduk” diyelim. Bu bilindik bir durumdu. Asıl önemli olan; biz kendi bireysel yaşantımızda ve aileden başlayan toplumsal hayatımızda neler yapıyoruz?
Kulların güçsüzlüğünü bir daha haykıran sıcak ve kurak bir yaz bitti. Yeniden dirilme ve gelecek zamanı manevi kazanımlarla doldurma mevsimi başlatmalı. Önce kendi nefsimizden başlayarak uyuşukluğun tedavisini kendimiz için bulmalı, bu reçeteyi ailede uygulasak, topluma daha kolay yayılacak.
Murdar ölmemek kasaba değil de koyuna bağlıymış.
Henüz Yorum yok