MEHMET FATİH TOSUN

-YENİ- YAZI DİZİSİ: “BİZ”LİK HÂLİMİZ – BÖLÜM -2-

YAZI DİZİSİ: “BİZ”LİK HÂLİMİZ – BÖLÜM -2-

“Makam, sadece bir görev değil; ağır imtihandır.”

Başlarken: “Dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.”

Not 1: Yazılarım başta nefsimedir.

Not 2: “Biz” ifadesi; kendini “hakikate mazhar bir davada, asil duruşun ve Allah (cc) rızasına yönelmiş hayatın mensupları” olarak tanımlayan her camia, sivil toplum kuruluşu, siyasi parti vb. oluşumlardan birine aidiyet hissedenleri kapsamaktadır. Buradaki biz, tanıma uyan sizsiniz…

Sözümüz “Biz”lere…

“Biz” bir makama talip olduğumuzda nasıl bir yükü talep ettiğimizin farkında mıyız?

Biz inanıyoruz ki; ölüm hak ve hakikattir, bu fani dünyanın ahirinde ebedi, bâki bir âlem var ve bu dünya bir meydan-ı imtihandır. Her halimizin, her fiilimizin, her nefesimizin hesabı olacak. Bu şuurla, dostluklarımız ahirete müteveccih olmalı ve bize emanet edilen rütbelerin, mevkilerin ve makamların da, O’nun (cc) rızasına uygun işler yapmakla mükellef olunan imtihan vesileleri olduğu hatırımızdan çıkmamalı.

Makam sahibi olmak, bizim kadim medeniyet anlayışımızda şereften önce sorumluluk, otoriteden önce emanettir. Çünkü makam; sadece karar vermek değil, o kararların hesabını dünya ve ahirette vereceğini bilmektir.

Bizde, kadim devlet kültürümüz, örf ve adetlerimizle edindiğimiz devlet terbiyesi ile makamlara talip olunmaz(dı); liyakati olanlar göreve davet edilir(di). Çünkü makam; ateşten bir gömlek(ti), dikenli bir yol(du), ağır bir yük(tü), zor bir imtihan(dı) telakki edilir(di).

Makamı, mevkii bir amaç değil, araç olarak görmeliyiz. Görev, imtiyaz değil de hizmet gibi algılanırsa makamın hakkı tam olarak verilebilir.

Bu “biz” değiliz!

İçimizdekilerin iyilerini tenzih ederek, çürük yumurta kabilinden bazılarını görünce “‘Biz’ ne ara bu hale geldik?” demekten alamıyorum kendimi. Devletin imkânlarını hoyratça kullanan, lüks makam araçlarıyla gösteriş yarışına giren, fütursuzca ağırlamalar yapan bazı “devletçi” kimliklerin haberlerini izleyince “umarım doğru değildir” diye hayıflanıyor insan. Doğruysa; aslında devlete değil, sadece kendi cebine hizmet eden bu “çürük yumurtalar” hem dünyasını hem de ahiretini berbat etmiyorlar mı? “Biz”e zarar vermiyorlar mı?

Bu tiplerin, devletin kesesinden kurduğu sofralar, koltuğun gölgesinde yaptığı kişisel şovlar, kibirli yürüyüşleri, buyurgan dilleri… Tüm bunlar “Biz”i kullanarak geldikleri yerlerde, "makamı ben kazandım" zannının dışa vurumudur diye düşünüyorum. Oysa hiçbir makam kimsenin şahsi mülkü değildir, “Biz”lerin değildir. Makamlar, halkın ve Hakk’ın emanetidir.

Makamın gereği: Adalet, şeffaflık ve ehliyet

“Biz”ce makam sahiplerinde bulunması gereken hasletlerden bazıları şunlardır:

 

Devletin parasını tüyü bitmemiş yetimin hakkı olarak görür.

Harcamalarını ölçülü yapar, kararlarını şeffaf uygular.

İsraf etmez, şatafat gösterisine girmez.

İşi ehline verir, hak edene hakkını teslim eder.

Raiyetine adaletle davranır, zulmü en küçük ölçekte bile taşımaz.

 

Makama oturup sadakati ödüllendiren, ama liyakati göz ardı eden; yakınlarına kıyak geçip kendine “uzak” olanlara kulak tıkayan; adalet yerine şahsi çıkarı merkeze alan kişi, büyük bir vebalin altına girmiş demektir.

İşi ehline vermek, devleti korumaktır

Bugün bazı makamlara gelme süreçlerinde ehliyet (liyakat) yerine “tabiiyet” etkili oluyorsa, o yapının sağlam temeller üzerinde durması beklenemez.

Tabiiyet ile gelenin makamı, rüzgârla havalanan yaprak gibidir. Rüzgâr durduğunda yaprak misali yere düşer.

Bu yüzden, devlete ve millete sadakati olmayan, gayesi sadece şahsi çıkar olan kişilere makam verilmesi, sadece o kişiye değil; o koltuğun temsil ettiği tüm değerlere zarar verir. Devleti korumanın bir yolu da işi ehline vermek, tabiiyetten evvel liyakati gözetmektir.

Kibirle hükmeden, adaletle yıkılır

Makamı kibir vesilesi kılanlar, unutmamalıdır ki; kibirle hükmedenler, eninde sonunda adaletle yıkılırlar. Raiyetine yukarıdan bakan değil; iç içe olan, dinleyen, istişare eden kazanır. Devleti temsil eden, milletin gönlünde de yer edinmek zorundadır. Aksi takdirde, sadece tabelada yazılı bir unvandan ibaret kalır.

Dünyevi Dostlar ve Rütbeler Kabir Kapısına Kadardır

Bu müthiş ifade tam “biz”lik… Ahirete müteveccih olmayan dostlukların ve makamların geçiciliğini ve ahiret merkezli bir hayatın gerekliliğini adeta bir tokat gibi yüzümüze çarpar. Fakat ne gariptir ki; bu hakikati en çok unutanlar, en çok hatırlaması gerekenlerdir. Özellikle de elinde yetki, önünde koltuk, arkasında güç olan “biz”ler…

Unutmayalım ki; hiçbir makam aracı, sahibini kabir kapısından öteye götüremez. Kabirde “başkan”, “müdür”, “genel müdür”, “bakan” vb. unvanlar yoktur. Orada sadece “kul” vardır. Kulun makamı da takvasıdır, ihlasıdır, amelidir.

“Biz”lerin kulağına küpe olacak bir nasihat:

En bahtiyar o dur ki; dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünya için feda etmesin.

Son Söz

Makamlar geçici, imtihan çetindir. Makamı, bir araç değil; bir hesap vesilesi olarak görenler, hem dünyada iz bırakır, hem de ahirette yüzü ak olur.

Allah (cc); “biz”leri, halka hizmeti, Hakk’a hizmet bilenlerden eylesin. İşini layıkıyla yapan, kibirden uzak duran, adaletle hükmeden idarecilerin sayısını artırsın. Dünyevî makamlarda rızasına uygun hizmet yapanların ahiretteki makamlarını da âli eylesin. Âmin.

(Yazı dizimiz 3. Bölüm ile devam edecek.)

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri