- 18 Aralýk 2025 - ÞEB-Ý ARÛS VE MEVLÂNÂ’YI ANLAYAMAMANIN ÖNÜNDEKÝ ENGELLER
- 11 Aralýk 2025 - ÖNCE SEN YAP..
- 06 Aralýk 2025 - ÝTTÝHAD-I ÝSLÂM: SÝYASÎ BÝR PROJE DEÐÝL ÝMANÎ BÝR YÜKÜMLÜLÜKTÜR
- 29 Kasým 2025 - ELEÞTÝRÝNÝN AHLÂKI: KIRMADAN SÖYLEMEK, DÖVMEDEN UYARMAK
- 24 Kasým 2025 - EFSANELEÞTÝRÝLMÝÞ DÝN VE GERÇEK HAYATIN SESSÝZLÝÐÝ
- 14 Kasým 2025 - ÜMMET BÝLÝNCÝ VE KARDEÞLÝK RUHU
- 07 Kasým 2025 - SUDAN: SESSÝZLÝÐÝN ÇIÐLIÐI
- 30 Ekim 2025 - DOÐU TÜRKÝSTAN BÝZÝM NEYÝMÝZ OLUR?
- 23 Ekim 2025 - HÝÇ BÝLENLERLE BÝLMEYENLER BÝR OLUR MU? KÝMDÝR BU GERÇEK BÝLENLER ?
- 17 Ekim 2025 - AÇLIÐIN GÖLGESÝNDE KUTLAMA: 16 EKÝM DÜNYA GIDA GÜNÜ’NÜN SESSÝZ ÇELÝÞKÝSÝ
- 15 Ekim 2025 - 2 . “ONE MÝNUTE”
- 11 Ekim 2025 - NEDEN BAZI ÝNSANLAR DOÐRU YOLU BULAMAZ?
- 06 Ekim 2025 - KAPÝTALÝST RUHUN ÝSLÂMÎ CAMÝYA SIZMASI
- 23 Eylül 2025 - "GÜNAYDIN" MI, "HAYIRLI SABAHLAR" MI? – BÝR SELAMIN HÝKMETÝ ÜZERÝNE
- 01 Aðustos 2025 - FETÖ MÜCADELESÝNDE NEDEN BAÞARILI OLUNMUYOR? -2-
- 23 Temmuz 2025 - FETÖ MÜCADELESÝNDE NEDEN BAÞARILI OLUNMUYOR? -1
- 14 Temmuz 2025 - 15 TEMMUZ: BÝR MÝLLETÝN CÝHAN DEVLETÝ YÜRÜYÜÞÜNÜ DURDURMAYA YÖNELÝK ENGELLEME GÝRÝÞÝMÝ
- 06 Temmuz 2025 - KERBELA: BÝR ÜMMETÝN ÝÇ SIZISI
- 02 Temmuz 2025 - EN ÝYÝ SAVUNMA SALDIRIDIR, EN KÖTÜ SAVUNMA SAVUNMADIR.
- 24 Haziran 2025 - TÜRKÝYE ÝÇÝN TARÝHÎ BÝR ZARURET OLARAK MEGA ÝDEAL (BÜYÜK ÜLKÜ) ARAYIÞI
- 19 Haziran 2025 - ARZ – I MEV’UD; MÜSLÜMAN COÐRAFYADA ÝÞGAL PLANLARI, TÜRKÝYE'YÝ BEKLEYEN TEHLÝKE
- 07 Haziran 2025 - KUDÜS’E AÐIT ÞÝÝRÝ TAHLÝLÝ
- 30 Mayýs 2025 - KUDÜS'E AÐIT ÞÝÝRÝNÝN EVLAT EDÝNME HÝKAYESÝ
- 23 Mayýs 2025 - MESCÝD-Ý AKSAY'A AÐIT !
- 07 Mayýs 2025 - HÝNDÝSTAN-PAKÝSTAN SAVAÞI ÝNSANLIÐIN SONU OLABÝLÝR MÝ ?
- 29 Nisan 2025 - YÂSÎN SAHÝBÝ OLMAK… KAVMÝNÝN KURTULUÞU ÝÇÝN BEDEL ÖDEMEK…
- 22 Nisan 2025 - KUR’ÂN’IN KISSALARLA YÜKLEDÝÐÝ SORUMLULUK
- 18 Nisan 2025 - YASÝN SURESÝ VE MARANGOZ HABÝB’ÝN MESAJI
- 11 Nisan 2025 - HAYATIN MERKEZÝNDE BÝR PEYGAMBER
- 26 Þubat 2025 - MAKÝNALARIN ÖÐRENME SERÜVENÝ: YAPAY ZEKÂ
- 17 Þubat 2025 - YAPAY ZEKA, TEHDÝTÝ MÝ, FIRSATI MI?...
- 10 Þubat 2025 - SIRADANLAÞMAK
- 01 Þubat 2025 - HAYALÝNDE KUDÜS OLMAYANIN ÝMANINDAN ÞÜPHE EDÝLÝR
- 26 Ocak 2025 - KUDÜS, MESCÝD-Ý AKSA BÝZÝ ÝLGÝLENDÝRÝR MÝ?
- 19 Ocak 2025 - KIRILMA NOKTASI GAZZE
MUHAMMED ÞAMÝL GENÇOSMANOÐLU
-YENÝ- MEVLANA CELALETTÝN RÛMÎ MÝ, MEVLANA CELALETTÝN SELÇUKÎ MÝ?
MEVLANA CELALETTÝN RÛMÎ MÝ, MEVLANA CELALETTÝN SELÇUKÎ MÝ?
“Selçuklu’yu Hatýrlamak Ýçin Mevlânâ’yý Yeniden Adlandýrmak”
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî yerine "Mevlânâ Celâleddîn Selçukî" demeyi tercih ediyorum. Bu tercih, bir tarih düzeltmesi iddiasýndan ziyade bir idrak teklifidir. Çünkü isimlendirme, sadece bir ad verme iþlemi deðil; ayný zamanda bir yerleþtirme, bir baðlama oturtma ve nihayet bir anlam ufku açma biçimidir. Mevlânâ; Selçuklu Devleti'nin ikliminde yetiþmiþ, bu atmosferi solumuþ, Selçuklu'nun kültür harmanýnda neþvü nema bulmuþtur.
Bu tercih basit bir isim deðiþikliði deðildir; bir iddiadýr, bir duruþtur, bir medeniyet hatýrlatmasýdýr. "Rûmî" belki bir coðrafyanýn ifadesidir, Anadolu'nun eski adýdýr ya da Anadolu'da Bizanslýlar olduðu için "Diyar-ý Rum" denmiþ olabilir. Bu anlaþýlabilir bir durumdur. Ama Mevlânâ'yý daha kapsamlý, anlam derinliði olan bir ifade ile isimlendirelim.
Ýsimlendirmek üzerinde biraz durmak istiyorum. Ýsimlendirmek, sanýldýðý gibi nötr bir eylem deðildir. Bir varlýða isim vermek, onu yalnýzca çaðýrmak için kullanýlan bir iþaret üretmek deðildir; bilakis, onu hangi baðlamda düþündüðümüzü, hangi anlam evrenine yerleþtirdiðimizi ve hangi tarihsel süreklilik içinde okuduðumuzu ilan etmektir. Tarif etmek, anlamlandýrmaktýr. Anlamlandýrmak ise bir varlýðý rastgele bir yere býrakmak deðil; onu iliþkiler aðý içinde konumlandýrmak demektir. Ýsim, bu iliþkiler aðýnýn ilk düðümüdür. Bir ismi deðiþtirdiðinizde, aslýnda o varlýðýn etrafýndaki düþünce çemberini de deðiþtirirsiniz. Bu nedenle isimler masum deðildir; aksine, düþüncenin yönünü belirleyen pusulalardýr.
Ýsimlendirmek, tarif etmektir. Tarif etmek ise anlamlandýrmak, hatta yeni bir düþünce ufku açmaktýr. "Selçukî" ifadesi, Mevlânâ’yý yalnýzca bir coðrafyaya deðil; bir medeniyet tasavvuruna, bir devlet aklýna, bir ilmî ve ahlâkî geleneðe yerleþtirir. Bu yönüyle "Selçukî" bir sýfat deðil, bir tavýrdýr.
"Rûmî" dediðimizde, Mevlânâ’yý öncelikle bir mekânla iliþkilendiririz: Anadolu, Diyar-ý Rûm, Bizans sonrasý bir coðrafya… Bu nisbe, Mevlânâ’nýn yaþadýðý yeri gösterir; fakat onu mümkün kýlan tarihsel ve medenî düzeni görünmez kýlma riskini de beraberinde getirir. Çünkü mekân, tek baþýna anlam üretmez; anlam, mekânýn içinde kurulan düzen ile ortaya çýkar. Aradaki fark, coðrafya ile tarih arasýndaki farktýr; yer ile anlam arasýndaki farktýr.
"Selçukî" ifadesi ise Mevlânâ’yý bir medeniyet tasavvurunun içine yerleþtirir. Selçuklu, sadece bir siyasi iktidar deðil; bilginin üretildiði, dolaþýma girdiði ve korunduðu bir düzenin adýdýr. Medresenin, tekkenin, þehrin ve devletin birbirini tamamladýðý bir yapýdan söz ediyoruz. Bu yapý, ilmi yalnýzca bilgi olarak deðil; ahlâk ve hikmetle birlikte düþünen bir zihniyet üretmiþtir. Mevlânâ’nýn düþüncesi, iþte bu zihniyetin içinden konuþur.
Bu nedenle "Selçukî", bir sýfat olmaktan çok bir yerleþtirme biçimidir. Mevlânâ’yý soyut bir mistik figür olmaktan çýkarýr; onu tarihsel bir aklýn, kurumsal bir yapýnýn ve toplumsal bir düzenin parçasý hâline getirir. Böylece Mevlânâ, yalnýzca "her çaðda her yere söylenebilecek sözler" söyleyen bir bilge deðil; belirli bir medeniyet krizine cevap üretmiþ bir düþünür olarak anlaþýlmaya baþlar. Ayrýca "Selçukî" ifadesi, bugüne yönelik bir iddiayý da içerir. Selçuklu, parçalanmýþ bir dünyada düzen kurmayý, krizin içinden anlam üretmeyi baþarmýþ bir tecrübedir. Mevlânâ’yý "Selçukî" olarak adlandýrmak, bu tecrübenin bugün yeniden düþünülmesi gerektiðini ima eder. Yani isimlendirme sadece geçmiþi tarif etmez, geleceðe dair bir yön tayini de yapar.
Ýslam dünyasý 11., 12. ve 13. yüzyýllarda, Asr-ý Saadet'ten sonraki altýn çaðlarýndan birini yaþamýþtýr. Hatta bazý düþünürler, Ýslam düþünce biçiminin bu yüzyýllarý aþamadýðýný, zirvenin o kadar büyük olduðunu söylerler. Bu kadar önemli bir deðeri bizim canlý tutmamýz gerekmez mi? Bizler Selçuklu geleneðinden, düþünce dünyasýndan ve birikiminden yeterince yararlanamýyoruz. Bunun için ben bazý semboller üzerinden Selçuklu'nun gündeme gelmesini murat ediyorum. Bu yüzden Ýslam'ýn bu altýn çaðlarýndan birinde yetiþmiþ olan Mevlânâ'yý Selçuklularla özdeþleþtiriyorum.
Amaç; buradan bir bað ile Selçuklu kültür ve medeniyetini tanýtmak, gün yüzüne çýkarmaktýr. Osmanlý bizim babamýz, Selçuklu dedemiz mesabesindedir. Ecdat olarak bu iki devlet bize ayný mesafede olmasýna raðmen, biz daha çok Osmanlý'dan besleniyoruz. Hâlbuki bir insan için baba ne kadar önemliyse, dede de o kadar önemlidir. Dedeler birikimin, tecrübenin ve köklerin taþýyýcýsýdýr. Osmanlý’yý anlamak için bile Selçuklu’yu bilmek gerekir. Bugün Selçuklu’ya karþý mesafeli olduðumuzu, hatta onu yeterince sahiplenmediðimizi görüyorum. Halbuki Oðuzlarýn 960'ta Cend'e inmesi ve Osmanlý'nýn kuruluþu arasýnda 350 yýllýk bir Selçuklu tecrübesi var. Biz bugün bu tecrübeden yararlanamýyoruz, Osmanlý kadar kendimize yakýn hissetmiyoruz.
Selçuklu dönemine, 11., 12. ve 13. yüzyýllara baktýðýmýz zaman, bu dönemle çok benzerlikler göreceðiz. Daðýlmýþ bir Ýslam birliði, Müslümanlar dünyanýn dört bir tarafýna saçýlmýþ; Moðol ve Haçlý seferleriyle periþan olmuþlar. O dönemi gözünüzde bir hayal edin. Bu döneme ne kadar da benziyor deðil mi? Daðýlmýþ bir Ýslâm dünyasý, parçalanmýþ bir birlik, Moðol ve Haçlý saldýrýlarýyla sarsýlmýþ þehirler… Batýl zihniyet bir silindir gibi geçmiþ Ýslam dünyasýnýn üzerinden. Hatta bazý ilim adamlarý "Artýk buraya kadarmýþ, Ýslam hakimiyeti bitti" diyerek kýyametten bahsetmeye baþlamýþlar.
Bugün de böyle deðil mi? Ýslam alemi darmadaðýn. Doðu Türkistan asimilasyona tabi tutularak yok edilmek isteniyor. Filistin ve özellikle Gazze'de bir millet yok ediliyor. Arakan, Suriye, Irak, Yemen gibi Ýslam ülkelerinde hep sýkýntý var. Bu ümmetin bir sahip çýkaný yok, bir lideri yok. Ýslam ülkerinde birlik beraberlik yok. Adeta Ýslam medeniyeti yok edilmeye çalýþýlýyor. Yani tam da Selçuklu dönemindeki dünya gibi bir dünyada yaþýyoruz. Bugün yaþadýðýmýz tabloyla bu dönem arasýndaki benzerlik dikkat çekicidir.
Coðrafya deðiþmiþ, aktörler farklýlaþmýþ olabilir; fakat krizin mahiyeti büyük ölçüde aynýdýr: Birlik daðýnýk, medeniyet iddiasý zayýf, insan tasavvuru kýrýlgandýr. O yüzden bizim Selçuklu tecrübesini yeniden düþünmemiz gerekiyor. Eðer bir modelleme yapacaksak, Osmanlý'yý deðil Selçuklu'yu dikkate almalýyýz diyorum. Osmanlý'yý kenara itelim, istifade etmeyelim demiyorum; elbette Osmanlý tecrübesinden yararlanacaðýz.
Bu nedenle, bugün bir model arayýþýna gireceksek, yalnýzca Osmanlý tecrübesine bakmak yeterli olmayabilir. Osmanlý güçlü bir sonuçtur; Selçuklu ise o sonucun mümkün olmasýný saðlayan kurucu tecrübedir. Kurucu tecrübeyi anlamadan, sonucu tekrar etmek mümkün deðildir.
Ýþte bundan mütevellit, Selçuklu deðerlerini öne çýkararak Selçuklu tecrübesini gündeme getirmeye çalýþýyorum. Bu baðlamda Mevlânâ’yý "Selçukî" olarak anmak, onu dar bir tarihsel kimliðe hapsetmek deðil; bilakis, onu ait olduðu büyük tecrübenin içine yeniden yerleþtirmektir. Amaç bir ismi deðiþtirmek deðil, bir medeniyet hafýzasýný yeniden düþünmeye davet etmektir. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî yerine "Mevlânâ Celâleddîn Selçukî" ifadesini kullanýyorum. Çünkü bazen bir kelime, kaybolmuþ bir medeniyeti yeniden hatýrlatmaya yeter.
Kýsacasý isimlendirmek bir varlýðý çaðýrmak deðil, bir medeniyet ufkuna davet etmektir. "Selçukî" demek, Mevlânâ’yý yalnýzca yaþadýðý yere deðil; onu mümkün kýlan akla, ahlâka ve düzene yerleþtirmektir. Ve bu yönüyle "Selçukî", bir sýfat deðil; bilinçli bir duruþ, tarihsel bir farkýndalýk ve fikrî bir tavýrdýr.



Henüz Yorum yok