MUHAMMED ÞAMÝL GENÇOSMANOÐLU

-YENÝ- ÖNCE SEN YAP..

ÖNCE SEN YAP..

“Suçluyu Aramak mý, Çiçeði Sulamak mý? Ýman’ýn Sessiz Þahitliði, Müslümanýn Sessiz Tebliði”

Eskiden olsa, ortada kalmýþ bir iþ gördüðümde veya birinin ihmalkârlýðýyla karþýlaþtýðýmda hemen faili arardým. "Bunu kim burada býraktý?", "Neden hep ben toplamak zorundayým?", "Ýnsanlar neden bu kadar düþüncesiz?" diye içimden sürekli söylenir, o iþi yapsam bile öfkeyle yapardým. Yaptýðým iyilik, þikâyetimin gürültüsünde kaybolur giderdi.

Ama sonra bir gün, bir çiçek bana hayatýmýn dersini verdi. Bir saksý çiçeðinin susuzluktan boynunu büktüðünü gördüm. O an durup, "Bunu sulamasý gereken kimdi?", "Neden unuttu?", "Ne kadar sorumsuz!" diye söylenip sorumlu kiþiyi aramadým. Sadece suyu aldým ve döktüm. Çünkü o an önemli olan "suçluyu bulmak" deðil, "çiçeðin ölmemesi"ydi.

Þunu fark ettim: Hayat da böyledir. Bazen birileri nezaketi unutur, birileri görevini aksatýr, birileri Ýslam’ý yanlýþ temsil eder. Orada durup þikâyet etmek çiçeði kurutur. Sessizce açýðý kapatmak ise hayat verir. En çok da dini konularda yapýyoruz bunu. "Müslümanlar þöyle kaba, böyle cahil, dini yanlýþ temsil ediyorlar" diye eleþtirip kenara çekiliyoruz. Peki ya biz? O kuruyan çiçeðe su vermek için ne yapýyoruz?

Eðer ortada bir kabalýk varsa, sen nezaketinle sula. Eðer ortada bir cehalet varsa, sen ilminle sula. Baþkalarýnýn karanlýðýna sövmek, senin ýþýðýný artýrmaz. Sen kendi kandilini yak, karanlýk kendiliðinden daðýlsýn.

Nefis sürekli takdir bekler: "Ben yaptým, bilsinler, teþekkür etsinler" der. Ama ruh, "bilinmemeyi" sever. Bir iþi sessizce halledip, kimseye minnet yüklemeden kenara çekildiðinde kalbine inen o ferahlýðý hissettin mi? Ýþte o, ihlasýn kokusudur.

"Kimse görmedi ama Allah gördü." Bu cümle, dünyadaki bütün alkýþlardan ve teþekkürlerden daha dinlendiricidir.

Artýk hayatýmda bir eksik, bir hata, bir boþluk gördüðümde "faili" aramýyorum. Kendime þunu diyorum: "Bu çiçek susuz ve elimde su var. Bu tesadüf deðil, bu benim imtihaným."

Býrak baþkalarý unutsun, sen hatýrlayan ol. Býrak baþkalarý kurutsun, sen yeþerten ol.(ALINTI)

Yukarýdaki alýntýyý okuyunca þunu düþündüm: Bizler maalesef baþkalarýnda görmek istediðimiz güzellikleri ve iyilikleri, kendimiz o söyleyen kiþi olarak yeterli görüyoruz. Hâlbuki bizim inancýmýzýn temelinde, yapmadýðýn þeyleri söylememek vardýr. Eðer bir þeyi dile getiriyorsanýz, artýk o þeyin sizin hayatýnýzda olmasý gerekir.

Bununla ilgili olarak Ýmam-ý Azam'ýn meþhur bir hikâyesi vardýr. Ýmam bir gün çarþýda gezerken bir söz gelir kulaðýna: "Ýmam-ý Azam yatsý namazýnýn abdesti ile sabah namazýný kýlýyormuþ." Burada Ýmam'ýn geceleri ilim, ibadet ve zikirle geceyi ihya ettiði anlaþýlýyormuþ. Bu sözü kendi söylememesine raðmen, "Madem halk beni böyle biliyor, ben de bundan sonraki ömrümde yatsý namazýnýn abdestiyle sabah namazýný kýlmayacaðým" demiþ ve hayatýnýn geri kalan kýsmýný böyle geçirmiþ.

Bu bize Hakk'ý Lâmyezel'in emridir ayný zamanda:

"O hâlde, ey iman edenler! Neden içinizden bazýlarýnýn sözleri ve davranýþlarý birbirine uymuyor? Allah yolunda fedâkârlýk konusunda iddialý sözler sarf ettikten sonra, neden kararlýlýðýnýzý yitirip zaafa düþüyorsunuz? Niçin yerine getiremeyeceðiniz taahhütlerin altýna giriyor, yapmadýðýnýz ve yapamayacaðýnýz þeyleri söylüyorsunuz?" (Saf Suresi, 2. ayet – Yediveren Yay.)

Ýnsan, neyi söylediðini zannederse zannetsin, aslýnda söylediði her söz kendi varlýk düzeninin bir dýþavurumudur. Zira söz, mahiyetini hâlden alýr; hâl ise köklerini kalpte bulur. Bu yüzden, yapmadýðýný söylemek, yalnýzca bir tutarsýzlýk deðil, imanýn özüne düþen bir gölgedir.

“Niçin yapmayacaðýnýz þeyleri söylüyorsunuz?”

Bu soru, aslýnda bir sorgulama deðil; insanýn kendi varlýk düzenine dönmesi için ilahî bir uyarýdýr. Çünkü Ýslam, imaný talep eder; fakat imanýn þerefini, salih amelin bedeliyle mühürler.

Çaðýmýzýn en büyük sorunu, inandýðýný söyleyen insanlarýn, bunun bedelini ödeyecek bir tavýr ortaya koyamamalarýdýr. Çünkü iman bedel isteyen bir þeydir. Kur'an'da imanla birlikte "salih amel" ifadesi geçer. Yani söylem tek baþýna yeterli bir þey deðildir. O imanýn hayata pratize edilmesi, uygulanmasý gerekir. Bugün biz imaný sadece söylemde býraktýk. Deizm denen hastalýðýn en büyük sebebi, inandýðýný söyleyen ebeveynlerin hayatlarýna inançlarýný sokmamalarý, Kur'an'ý hayata müdahil ettirmemeleridir. Bunu gören çocuk bir çeliþki yaþamaktadýr: "Annem babam bunu söylüyor ama þunu yaþýyor." Bu çeliþki onlarýn hayatý sorgulamasýna ve deizme götürüyor.

Bugünün cihadýnýn, insanýn kendi nefsiyle olduðunu düþünüyorum. Buradan fiili cihattan, teblið ve davetten hemen kendimi beri tutmuyorum. Sen yaþa, sana bakan Ýslam'ý görsün. Bugün tam tersini yapýyoruz: "Ben söyleyim, sen yaþa." Hâlbuki eþyanýn tabiatýna Ýslamýn özüne de aykýrý bu.

Bugünün en büyük meselesi, Ýslam'ýn yaþanarak temsil edilmemesi. Ýslam bizden bugün temsil istiyor, örnek bir hayat istiyor, diðer insanlara gösterebilmek için. Yaþayan en büyük mütefekkirlerimizden Ýhsan Fazlýoðlu, bu gerçeði þöyle ifade eder:

"Bir þeyi 'teklif' etmek için önce o þeyi 'temsil' etmek gerekir. Ne olduðunuzu temsil edemezseniz, ne olmadýðýnýzý anlatmak zorunda kalýrsýnýz."

Bugün Müslümanlarýn en büyük açmazý, iþte bu teklif–temsil ayrýþmasýdýr. Biz dini anlatmaya giriþiyoruz; fakat önce yaþamak lazýmdý baþkalarýna anlatmadan önce. Biz söylemlerimizi  yaþama, hayata  taþýmayý unuttuk. Sözlerimiz insanlarýn zihnini dolduruyor; fakat hâlimiz onlarýn kalbinde bir karþýlýk üretmiyor.

Ýnsanýn dilinden dökülen her söz, aslýnda kalbinin bir tercümesidir. Fakat bazý sözler vardýr ki, kalp onlarý taþýmaya ehil deðilse aðýzdan çýkan her harf boþluða düþer. O yüzden hakikati teklif etmeden önce, hakikati temsil etmek gerekir. Çünkü temsil, varlýðýn sessiz þahididir; teklif ise ancak bu þahadetin üzerine bina edilirse anlam kazanýr.

Söz, hâlin gerisinde kaldýðýnda hikmet olur; hâl, sözün gerisinde kaldýðýnda riya olur. Eðer insan, iddia ettiði þeyi yaþamýyorsa, ne olmadýðýný anlatmak için kelime kelime uðraþýr durur. Çünkü kendi hâli, iddiasýný her an tekzip eder. Bu da kiþiyi sürekli savunmaya, sürekli açýklamaya, sürekli düzeltmeye mahkûm eder.

Oysa hakikati temsil eden kimse, anlatmak zorunda kalmaz; çünkü hâli, sözden önce yürür. Bir su kenarýndan geçerken suyun sesini tarif etmeye gerek yoktur; akan su, zaten kendi varlýðýný duyurur. Ýnsan da böyledir: Dolu olanýn hâli akar, boþ olanýn sözü uzar.

Bugün Müslümanlarýn en çok zorlandýðý alan burasýdýr: Temsil ile teklif arasýndaki uçurum. Ýnsan, kelimelere deðil, gördüðüne iman eder. Gördüðünü teyitsiz kabul eder; duyduðunu ise þüpheyle tartar. Bu yüzden temsil, tekliften daha derin bir tebliðdir. Biz dini anlatmaya çalýþýyoruz; ama önce yaþamayý, yaþamadan da taþýmayý unutuyoruz. Sonra da insanlarýn zihinleri sözlerimizle doluyor, kalpleri ise hâlimizle boþ kalýyor.

Biri kaba davransa hemen "Müslümanlýk böyle deðil!" diye açýklama yapýyoruz. Peki biz, Müslümanlýðýn nasýl olduðunu temsilen gösteriyor muyuz? Bir yerde cehalet görünce "Bu din yanlýþ anlaþýlýyor!" diye sitem ediyoruz. Peki biz, ilmin vakarýný kendi nefsimizde taþýyor muyuz?

Hakikati temsil etmeyen, hakikati teklif edemez. Çünkü insan kelimelere deðil, gördüðüne iman eder.

Henüz Yorum yok

Ýlk yorumu siz yazýn.

Yorum Býrakýn

E-Mail adresiniz yayýnlanmaz.







Yazarýn Diðer Makaleleri