MUSTAFA KÜÇÜKTEPE
-YENİ- KUDÜS GÜNLÜKLERİ -I-
KUDÜS GÜNLÜKLERİ -I-
Mustafa KÜÇÜKTEPE
Geceye Veda, Yola Dua
Kayseri’de saat gece dokuzu vurduğunda, Erciyes’in koynuna karanlık çökmüş, gökyüzü bir kadife gibi yıldızlarla işlenmişti. Valizler değil, kalplerimiz doluydu, içinde heyecan, özlem, dua…
Havaalanı ışıkları altında her adım, bir niyetin yankısı gibiydi: “Rabbim, bizi mübarek kılınmış beldelere ulaştır.” Uçağın motoru çalışırken içimizden şu cümle geçiyordu: “Bir yolculuk başlıyor, sadece toprağa değil, bir ülkeye bir mekana değil, kalbe doğru…”
Uçak havalandıktan sonra, şehrin ışıkları birer birer sönüyordu. Gecenin derinliğinde, Erciyes sessiz bir dua gibi kaldı ardımızda. Rüzgârın uğultusu, bir sûre sesi gibiydi: “Ve huvellezî yuseyyirukum fil-berri vel-bahr...” (Yunus, 22) “Sizi karada ve denizde yürüten O’dur.” Aslında uçak göğe değil, kalbin semasına yükseliyordu.
Uçak bulutların arasında süzülürken, altımızda bir karanlık deniz üstümüzde yıldızlarla yazılmış bir dua vardı. Zaman yavaşladı, saatler, kalbin ritmine uymaya başladı. Yolcuların sessizliği bir zikir gibi çoğalıyordu. Bir kadın parmak uçlarıyla tespihini çekiyor, bir genç gözlerini kapatmış (muhtemelen) bir ayet mırıldanıyordu.
gecedir ama içinde bir seher saklıdır
uykusuz bir ruh Kudüs’e yürür
her nefeste bir “amin”
her kalp atışında bir “vardım” yankılanır
Gökyüzü, ruhun aynasıydı bu yolculukta. Bir an gözlerimi kapadım sanki İsrâ gecesine dokunur gibiydim. Belki de bu uçuş, modern bir mi’rac idi: metal kanatlarda ama kalbiyle secdede…
Önce İstanbul havalimanına indik. Umman bekleme salonunda rehberimiz İsmail ile tanıştık. Sonra İstanbul’dan Amman’ a…
Sabaha karşı indik Amman’a. Buradaki saat ülkemizdekiyle aynı değildi. İmsak bile olmamıştı henüz. Havalimanında bavulları yüklendik, abdestlerle silahlandık. Şehrin kenarında güzel bir camide sabah namazını kıldık. Secdeye vardığımda, gözyaşlarım ellerime düştü. Sanki Rabbim “Ben size şah damarınızdan da yakınım.” (Kaf, 16) buyurmuştu da, o yakınlığı ilk defa bu kadar yakından hissediyordum. Takrar otobüse binerek Umman’ın şafağında sınıra doğru yollandık. Etrafta bir huzur vardı; sanki gökyüzü bile bu yolculuğun farkındaydı.
Ufukta beliren solgun ışık, gecenin ardından gelen bir tebessüm gibiydi. Bu topraklar, peygamberlerin adımlarıyla yoğrulmuş, dağlar sükûnetle dua ediyordu. Musa Peygamber, Şuayb peygamber, Lut peygamber, Yuşa peygamber ve daha isimleri bilmediğimiz peygamberler vardı … Sahabelerden Kudüs Fatihi Ebu Ubeyde Bin Cerrah ve nicelerinin ayak izleri vardı. Mute destanı da bu topraklarda yazılmıştı. Her adım, tarihin derin nefesiyle dokunuyordu ruhuma.
Hava serindi; rüzgârın kokusu tarihti, ilahiydi. Bir an durdum ve ellerimi semaya kaldırdım:
“Rabbim, bizi hidayet yoluna ulaştır. Bu yolculukta taşlara değil, manaya yürüyelim.”
Amman’ın sessiz sabahında kuşlar uyanırken:
geceden geldik aydınlığa erdi
zaman bir dua gibi aktı içimizden
bir şehir uyandı bizse içimizdeki Kudüs’ü uyandırdık
uzakta güneş doğarken Kudüs’ün hayali ufka dokundu
o an biliyordum, biz henüz Kudüs’e varmamıştık
ama Kudüs bize çoktan yaklaşmıştı
Rehberimiz dolu dolu beş gün geçireceğimiz söyledi. Mescid-i Aksa'ya çok yakındık. Gözyaşlarımızı tutmaya gücümüz yetmiyordu...
Geceyi uykusuz geçirmiştim. Pencerenin buğusuna Kudüs yazdım. Her harf bir dua, her harf bir özlem oldu. Bir saatlik yol, bir ömür gibi geçti. Otobüs ilerlerken içimde başka bir ses büyüyordu, bir davetin yankısı, kalbimin en derin yerinden gelen bir çağrı: “Yeryüzünde dolaşın da, öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın.”(Rum, 42)
Bir mola yerinde durduk. Arka tarafı Lut Gölüydü. Lut Gölünün içerisinde tuz oranı çok fazla olduğundan Tuz gölü de denilmektedir. Tesiste tuzdan yapılmış sabunlar, şampuanlar, kremler gibi kozmetik ürünlerinin yanında Ürdün yöresel hediyelik eşyaları da satılmaktaydı. Baharatlı bir çay ve hurma ikram edilen tesiste ihtiyaçlarımızı giderip abdestlerimizi aldık ve Lut Peygamberi hatırladık:
İslam ansiklopedisinde: “Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yedi yerde ismen zikredilen Lût’un İbrâhim’in tebliğini kabul ettiği (el-Ankebût 29/26), onunla birlikte bereketli ülkeye ulaştırıldığı (el-Enbiyâ 21/71), peygamberlerden olduğu (es-Sâffât 37/133), diğer peygamberler gibi âlemlere üstün kılındığı (el-En‘âm 6/86), ona hüküm ve ilim verildiği, sâlihlerden olduğu ve ilâhî rahmete kabul edildiği (el-Enbiyâ 21/74-75) bildirilmektedir. Tevrat’ta iddia edildiği gibi Lût, amcası İbrâhim’in çobanlarıyla kendi çobanları arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine ve mümbit toprakları tercih ettiği için değil peygamber olarak görevlendirilip gönderildiği için (es-Sâffât 37/133) Sodom’a gitmiştir. Kavmine Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını, kendisine itaat etmelerini, kadınlar yerine erkeklerle beraber olmalarının büyük ahlâksızlık ve günah olduğunu bildirmiş, bundan vazgeçmelerini istemiştir. Kavmi ise işlerine karışmaya devam ettiği takdirde sürgün edileceğini söylediği gibi, “Eğer doğru söylüyorsan bizi tehdit ettiğin azabı getir” diye kendisine meydan okumuştur. Bunun üzerine Lût onların yaptıklarının vebalinden kendini kurtarması için Allah’a dua etmiştir (el-A‘râf 7/80-81; eş-Şuarâ 26/160-166; en-Neml 27/54-55; el-Ankebût 29/28-30). Lût’un duasını kabul eden Allah ahlâksız kavmi helâk etmek üzere Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil oldukları nakledilen üç meleği görevlendirir (Fîrûzâbâdî, VI, 56). Melekler genç ve yakışıklı birer erkek sûretinde önce Hz. İbrâhim’e gelip İshak’ın doğumunu müjdelerler, ayrıca Lût kavmini helâk etmek üzere geldiklerini haber verirler (Hûd 11/69-70; el-Hicr 15/57-58; el-Ankebût 29/31). İbrâhim, Lût’un onlarla beraber yaşadığını hatırlatarak helâkin biraz tehiri ve inananların kurtulması konusundaki temennilerini Allah’ın elçilerine tekrarlar (Hûd 11/74).
…
Melekler Lût’un yaşadığı yere gelince Lût daha önce hiç görmediği bu yabancıları evinde misafir eder. Bir taraftan da kavminin yapacağı kötülüğü düşünerek içi daralır (Hûd 11/77). Misafirlerden haberdar olan halk toplanıp evi kuşatır ve misafirlerin kendilerine teslim edilmesini ister. Lût kendisini misafirlerin yanında rezil etmemelerini, isterlerse kızlarıyla evlenebileceklerini, ancak misafirlerden vazgeçmelerini söyler. Fakat onlar Lût’a, başkalarının işine karışmaktan ve yabancıları evine almaktan kendisini menettiklerini hatırlatarak isteklerinde ısrar ederler. Lût, “Keşke size karşı koyacak gücüm olsaydı” diyerek sıkıntısını dile getirir (Hûd 11/77-80; el-Hicr 15/67-71). Bunun üzerine melekler Allah’ın elçileri olduklarını, kavminin kendisine ve ailesine zarar veremeyeceğini, geceleyin şehri terketmesini, sabaha yakın azabın geleceğini, karısı dahil kavminin helâk edileceğini bildirirler (Hûd 11/81). Öte yandan dışarıda evi kuşatan ve içeri girmeye uğraşan halkın gözlerini kör ederek (el-Kamer 54/37) onları evin çevresinden uzaklaştırırlar. Lût ve ailesi şehirden çıkar, sabaha karşı da şehrin altı üstüne getirilir, üzerlerine balçıktan pişirilmiş, kat kat taşlar yağdırılır ve Lût’un kavmi karısıyla birlikte helâk edilir (el-A‘râf 7/83-84; Hûd 11/81-83; el-Hicr 15/65, 73-74; el-Kamer 54/37-39; et-Tahrîm 66/10).
Burada, sessizlik bile konuşur gibiydi. O suyun yüzünde taşlaşmış bir uyarı saklıydı:
“Biz onları sabaha karşı, köklerini kesip yerle bir ettik.” (Hud, 82) Sodom, Gomore şehirleri burada sulara gömülmüştü.
Ürdünlülerin Kral Hüseyin Köprüsü, İsraillilerin ise Allenby Köprüsü dediği sınıra vardığımızda, sadece ülkeler değil, zaman da değişmiş gibiydi. Önce Ürdün sınırından çıkmamız ardından İsrail sınır kapısından içeri girmemiz gerekiyordu. Ürdün’ de pasaportları tur görevlileri, valizlerimizi ise kendimiz otobüsten alarak X-Ray cihazından geçirerek tekrar otobüse bindik. Burada fazla beklemedik. Asıl sıkıntı İsrail sınırındaydı. Yüreğim sıkıştı.
İsrailli görevlilerin sert bakışları altında pasaportlarımız toplandı. Güvenlik görevlisi tek tek inceledi. Valizlerimizi aldık ve yeniden tek kişinin görev yaptığı bankonun önünde sıraya dizildik.
Burada çok tedirgin olduk. Haklı da çıktık. Bir kaç arkadaşı saatlerce tuttular. Haliyle bizlerde beklemek zorundaydık. İsrailliler girişte size mavi bir kart veriyor ve kimlik yerine geçiyor. Çıkarken haraç pardon harç alıyorlar (50 dolar), size bu defa pembe bir kart veriyorlar. Rehber sıkı sıkıya tembihliyor: Pasaportlar ve mavi kartlar sürekli yanınızda bulunsun…
Sınır kapısından geçerken pasaportumu değil, kalbimi uzattım sanki. Sınır kapısında zaman ağırdı. İnsanlar sırada, bakışlar kontrolde, çantalar x-ray’de… Fakat en çok kalpler tartılıyordu sanki. Bankodan geçerken pasaportumdan çok kalbim mühürlendi.
Otobüse binip Filistin topraklarına adım attığım anda içimde bir dinginlik, bir huşu vardı… Orada, bir çizginin ötesinde, tarihin derin bir nefesi vardı.Bu topraklarda yürümek, sadece bir ziyaret değil; bir tanıklık, bir ibret, bir dua yolculuğuydu.
Ufukta Kudüs’ün silüeti görünmese de, ruhum çoktan oradaydı. Her adımda tarih, her nefeste dua; Kudüs’ün toprakları kalbime işleniyordu. Yol sadece fiziksel değildi, ruhani bir yolculuktu. Kudüs, bizi bekliyordu ve biz çoktan ona yaklaşmıştık.
Birkaç sınır geçtim bugün. Haritadan değil, kalbimden. Pasaportla değil, dua ile. Toprak değişti, ülkeler değişti ama asıl değişen bendim, benliğimdi…



Henüz Yorum yok