-
Bu yazarın başka makalesi yoktur.
Canan Akpınar
Kudüsle Yaşamak
KUDÜSLE YAŞAMAK
Orta Doğu'nun en önemli şehri olan Kudüs, Kenan bölgesinde, Akdeniz ile Lut Gölü arasındaki Yehuda Dağları'ndaki bir plato üzerine kurulmuş eski bir şehirdir. Üç büyük İbrahimî din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsal sayılmaktadır. Üç kere kutsal olan bu coğrafyaya her zaman büyük imparatorluklar hükmetmek ve nüfuz kurmak istemişlerdir. Kudüs, en eski çağlardan beri peygamberliğin hazinesidir. Burada pek çok peygambere vahiy gelmiştir. Kudüs’ ün bu hayati önemi ve kutsallığı sebebiyle Hz. Muhammed (s.a.v.) Müslümanları buraya yerleşmeleri için teşvik etmiştir.
Kudüs’ün; bu kutsal mekânın, üç semavi din açısından bakıldığında, büyülü havası, insanı içine çeken cazibesi vardır. Dolayısıyla mutlak paylaşılamazlık kaçınılmazdır. Nitekim asırlardır bu paylaşılamamazlık su götürmez bir gerçektir. Fakat bu dinler dışında bir gözle bakıldığında ise, realitede bir sebep olmaksızın birbirine nefret kusan insanlar, sürgün edilen yaşamlar ve kutsallık kelimesiyle açıklanamayacak insanlık dışı olaylar silsilesi…
Bahsettiğimiz semavi dinlere inanan günümüz inananların bazıları için bu yücelik, kutsallık, büyülenmişlik hali aşırıdır. Kudüse ‘sahip çıkma- sahiplenme’ eylemi ve düşüncesi çok da gerekli değildir. Peki Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinine inananlardan bir kısmı bile bu düşüncedeyken ve dünya nüfusunun çoğunluğu bu şehir üzerinde dolaşan büyülenmişlik ve kutsallık halinden, insanlık dramlarından, insan tabiatıyla bağdaşması imkânsız olan olaylardan bihaberken bizler semavi dinlerin Kudüs’e atefettiği kutsallığı nasıl anlayacağız? Yüzyıllardır bitmeyen bu paylaşılamazlığı hangi realiteye dayandıracağız?
İslam dinine göre Kudüs şehrinin ilk önemi, peygamberlere mekân olmasıdır. Ayrıca Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de de bu bölgenin kutsal, bereketli ve önemli olduğunu buyurmuştur. Kabe’nin ardından dünyadaki ikinci mabed olarak inşa edilen ve Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa ise Müslümanlar katında çok değerlidir. Müslümanlara beş vakit namazın farz kılındığı ‘Miraç Mucizesi’ sırasında Hz. Peygamber Mescid-i Haram‘dan (Mekke) Mescid-i Aksa’ya getirilmiş ve buradan da Allah’ın katına yükselmiştir.(İsra Suresi 1. Ayet ). Bu iki yüce mescid arasındaki ilişki, Mescidi Aksa’nın kutsiyesini gösterir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) ‘ Mescid-i Aksa’ya gidiniz ve orada namaz kılınız! Eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderiniz’ buyurmuştur. (Ebu Davud, Kitabus Salat, 14). Dolayısıyla bu kutsiyeti zedeleyen herhangi bir davranış, Mescidi Haram’a yapılmış sayılmalı ve ona göre Müslümanların tepkisi şekillenmelidir. Tıpkı şanlı komutan Selahaddin’in de hatırlattığı gibi, II. Abdülhamit Han’ın direndiği gibi ve nice Müslüman orduların mücadele ettiği gibi bizler de unutmamalıyız ki o topraklar Müslümanlara ait olduğunu haykırmaktadır. Nasıl ki orada Haçlılar ve diğerlerinin varlığı olanaksızdır, Siyonist rejimin de varlığı olanaksız ve geçicidir. Bu önermeler bir slogan değil aksine hem dini hem de tarihi olarak temellendirilen bir gerçektir. Zira Kudüs’ün yönetimini ele geçirmek tarihten beri bir güç gösterisi olmuştur. Bu topraklar Müslümanların güçlü olduğu dönemler de Müslümanları yönetimine, Müslümanların zayıfladığı dönemlerde ise yabancıların ilgi odağı olmuştur. Romalılar, Bizans, İngilizler ve daha niceleri… Eskiden olduğu gibi günümüzde de durum böyledir.
Filistin bölgesine Hıristiyanlık açısından bakarsak; Kudüs’ün hristiyanlar tarafınan kutsal kabul edilmesinin nedeni hz. Isa’nın burada doğup çarmıha gerildiğine ve kabrinin de yine Kudüs’te bulunduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Kudüs hristiyanlar için bir anlamda cefayı temsil eder. Sebebi de Kitab-ı Mukaddes’te Hz. İsa’nın ‘Yeruşelim! (Kudüs) Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşelim!’ şeklindeki hitabıdır.
Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan mağara, Kudüs’ün yakınlarındadır. Bu bölgeye Bizans döneminde kilise inşa edilmiştir. Bu kilise Hıristiyan hacıların en önemli ziyaret mekanları arasında yer alır. Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsal sayılmasının en önemli nedeni burada Hz. İsa’nın kabrinin bulunmasıdır. Günümüzde kabri Kamame Kilisesi’nde yer almaktadır.
Yahudilere göre ise bu topraklar önemini en başta ‘vadedilmiş topraklar’ olmasından almaktadır. Yıllara uzanan sürgünün ardından Yahudiler Kudüs bölgesine yerleşmiş ve burada Davud ve Süleyman’ın başarıları sayesinde refaha kavuşmuşlardır. Hem dinlerini daha iyi yaşamalarını sağlayacak, kurban ibadetlerini artık gerçekleştirebileceklerdir. Nitekim Süleyman Mabedi inşa edilmiş ve öyle de olmuştur. Daha sonra tarihin makus talihi Yahudileri de bulmuş ve Kenan diyarı ellerinden alınıp yıkılmış ve kendileri de sürgüne mecbur edilmişlerdir. Dolayısıyla Yahudilerin o kırılma anından beri amaçları tekrar vadedilmiş toprakların hâkimi olup mabelerini inşa ederek dindar hayatlarını dürdürmektir. Bunu ise o topraklar içerisinde yer alan Zeytindağı üzerinden gelen Mesihle birlikte gerçekleştirip kurtuluşa ereceklerdir.
İşte üç dinde de böylesine kutsal olan topraklar, yüzyıllardır hem hayallerin hem de kabusların baştacı olmuştur ve olmaktadır. Bir zamanlar Yavuz Selimlerle, Selahaddinlerle Müslüman toplumun nüfuzuna geçip sürur ve gurur kaynağı olan, incelik ve hassasiyetle inşa ve idare edilen bu topraklar günümüzde Yahudi halkının sömürgesine maruz kalmıştır. İki kelimeye sığdırdığımız ama kitaplara yazılmakla bitmeyen olaylar örgüsünü maruz kalmak olarak tanımlamak uygundur diye düşünmekteyiz. Zira Yahudiler kurtuluş planı olan hedeflerini Thedor Herzl gibi kilit isimlerin girişimleriyle ilmek ilmek işlemişler ve hayallerine neredeyse kavuşmuşlardır. Bu kurtuluş planı serüveninde ise Hıristiyanlar Yahudilerin daimî dostu görevini üstlenip hedefe ortak ilerlemişlerdir. Günümüzde ise hala hem siyasi hem ekonomik hem psikolojik pek çok konuda baskı yapılarak yerleşik Müslüman halk bölgeden göç etmeye zorlanmakta ve bölge tamamen ’temizlenmeye’ çalışılmaktadır.
Rüyaların şehri Kudüs, hayalleri süsleyen o topraklar geçmişten beri kendi kutsallığıyla bağdaşmayan vahşetlere şahit olmuş ve cehennemden bir bölüm haline bürünmüştür. Geçmişten beri Kudüs, hayallerini süslediği insanların cehennemi olmuştur. Birine cehennem olurken diğerineyse cennetten bir toprak haline dönüşüvermiştir. Şehir ne zaman hakettiği, olması gereken ve kutsal kitaplarda da bahsedilen bereket yurdu, emin şehir haline gelecek sorusunun cevabı nettir: Müslümanların eliyle ve üzerimize örtülen vehn toprağından sıyrıldığımızda. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu durumu şöyle açıklamaktadır: “ Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuları kaldıracak ve kalbinize vehn yerleştirecektir” buyurdu. Orada bulunanlardan biri, “ Ey Allah’ın Rasulü, vehn nedir?” diye sordu. Resulullah (s.a.v.), “ Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizliktir.” buyurdu. Prof. Dr. Yusuf el Karadavi’ nin de tabiriyle, o halde güçsüzlüğümüzün sırrı dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir. Biz Müslümanlar içimizdeki bu duyguyu değiştirirsek, dünyayı da en büyük derdimiz ve gayemiz olmaktan çıkarırsak ve ölüme aldırış etmezsek, Allahu Teala da durumumuzu değiştirip zayıflık yerine güç ve izzet; hezimet yerine de zafer ve otorite ihsan edecektir. Tarihe uzandığımızda da bunun ancak Müslümanların hakimiyetiyle olacağını söylemek apaçık gerçeklikten başka bir şey olamaz. Zira Kudüs şehrini hakimiyetine almış diğer devletlerin zafer anlayışı işgal, sömürge, kan dökme yoluyla hakimiyet kurmak olduğundan, bu şehir yüzyıllarca cehennem sahnelerine şahit olmak zorunda kalmıştır. Günün sonunda ve tarih boyunca ise hangi dinden olursa olsun elimizde kalan soru şudur: Bereketli kenan diyarı, gökte yapılıp yeryüzüne indirilmiş şehir, ezeli sevda, hakikat şehri… cennet midir cehennem mi, mükafat mıdır imtihan mı, sevinç midir gözyaşı mı? O topraklara ismi kazınan her insanın hikayesi ve sorgusu bundan ibarettir.
Bu makale Hucurat Hareketi’nin #AksaHalkaları projesi kapsamında yazılmıştır
Henüz Yorum yok