-
Bu yazarın başka makalesi yoktur.
Seyfullah KAPLAN
Filistin..!, Mescid-i Aksa..!, Kudüs..!, İsrail..!
Bismillahirrahmanirrahim…. Rahman ve Rahim olan Allah(cc) ‘ın adıyla… Bizi tüm mahlûkatın içinde önce ‘’insan’’, bir başka ifadeyle ‘’Eşref’i Mahluk –Yaratılmışların en şereflisi ‘’olarak yaratan, yoktan var eden varlığından haberdar eden Alemlerin Rabbı yüce Allah’a (cc) hamd… Onun son peygamberi, birileri seksen milyonun karşısında ölüm yıl dönümlerinde ‘’bizi ümmet olmaktan kurtaran…!’’ diye ümmet olmayı kabul etmese de ümmeti olmaktan şeref duyduğum Peygamberime. Onun aal ve ashabına sonsuz salat ve selam….!
Yine Filistin, Mescidi Aksa ve Kudüs’ü kedisine dert edinen, bunların özgürlüklerinin özlemini çeken tüm dostlara selam olsun. 15 Kasım ve 20 Kasım tarihlerini içine alan 5 günlük bir Kudüs turunun içinde bulundum elhamdülillah. Satırlarımın başında bu turu düzenleyen, emeği geçen başta Cihannüma ve Betülmakdis Derneklerinin Kayseri Başkanı, çok sevdiğim, 28 Şubat döneminde tanıdığım çok değerli dostum Av. Fevzi KONAÇ bey olmak üzere Sıla Turizme, rehber arkadaşlara hasılı emeği geçen herkese teşekkürü kendime bir borç bilirim.
Başta böyle bir yazı yazmayı aklımın ucundan geçirmediğimi ifade etmek isterim. Zira yazmayı çok seven biri değilim. Lise yıllarımda da kulakları çınlasın Rükneddin Demirbaş hocamdan kompozisyon yazılılarımdan on üzerinden en fazla 6 veya çok nadir de olsa 7 den fazla not aldığım olmamıştır. Bu da bir itirafım olsun. Fevzi Başkan yol arkadaşım, Kayseri tabiri ile ırafığım, yirmi beş yıllık oturma arkadaşım Av. Mustafa İlhan beyle ikimize ‘’Hocam Mustafa Bey’le ikinizden Kudüs’ten Kayseri dönüşü duygularınızı ve hislerinizi anlatan bir yazıyı mutlaka istiyorum’’ diye bir görev verdiği için yorgunluğumu atmadan, hissettiğim duygularım yatışmadan önce hemen bilgisayarın başına oturdum. On parmak daktilom da olmadığı için harflere şehadet parmaklarımla tek tek basarak, bir görev bilinciyle hiçbir yere müracaat etmeden, alıntı yapmadan beş günlük hislerimi ve duygularımı hatırladığım kadarıyla yazmaya çalışacağım. Rabbim beni utandırmasın.
Böyle bir ziyareti sadece bir tatil ve turistik bir ziyaret niyetiyle gezen bir kimse için başlık olarak attığım kelimeler hiçbir anlam ifade etmez. Çok şükür ki yaşlısı, genci, çocuğu, bayanı ile yaklaşık yüz elli kişilik bir gurubumuz vardı. Hepsinin ayni özlemi çektiklerini yüzlerinden anlamak mümkündü. Allah(cc)hepsinden razı olsun. Mükemmel bir uyum içinde olan bir guruptu.
Bu kadar bir girizgâhtan sonra Kudüs, Filistin, Mescid’i Aksa ve İsrail isimlerinin benim için ne anlama geldiğini anlatabilmem için yaklaşık elli yıl öncesine, evet yarım asırlık bir tarih öncesine gitmek istiyorum. Yanlış hatırladığım isim ve tarihler olursa okuyucularımdan özür dilerim. Yıl 1973 veya 74 İmam-Hatip Okulu iki veya üçüncü sınıf öğrencisiyim. Kayseri’de büyük bir yürüyüş düzenlenmişti. ‘’İSRAİL’İ TELİN’’ yürüyüşü. Yürüyüşü düzenleyen; şahsen içinde bulunduğum, dünya görüşümü edinmem de çok katkısı olan Allah(cc) rahmet eylesin Milli Görüş Teşkilatının lideri ve yaşamı boyunca Siyonistlerin korkulu rüyası olan Rahmetli Erbakan Hocamın Genel Başkanlığını yaptığı Milli Selamet Partisi idi. Yürüyüş, eski terminalin oradan başlayıp şu anda Melikgazi Belediyesinin bulunduğu yerdeki eski Bünyan garajında bitecekti. Bu yürüyüş gerçekten bu konuda o güne kadar düzenlenen belki de en geniş katılımlı en büyük yürüyüş idi. En azından benim o güne kadar katıldığım en büyük yürüyüş idi. ‘’FİLİSTİNE ÖZGÜRLÜK, KAHROLSUN İSRAİL’’ sloganları adeta semaya yükseliyordu. Burada bu yürüyüş ile ilgili hiç unutmadığım iki anımı zikretmeden geçemeyeceğim. Ben kortejin tam orta yerlerinde idim mitingin benim bulunduğum yer ise düven önüne yetişmişti ve terminalden buraya gelişimiz herhalde kırk dakikadan az değildi. Bir baktım yürüyüş kortejinin tam ortasından iki kişi öyle bir yürüyüşle yürüyorlardı ki, bu iki kişinin yürüyüşü bile bizi yüreklendirmesi, Siyonistlere de bir o kadar korku vermek için yeterdi, birisini tam hatırlamıyorum ikisi de gerçek aleme yürüdüler Allah(cc)rahmet eylesin, tam hatırlayamadığım kişi büyük bir ihtimalle rahmetlik Tevfik Rıza Çavuşoğlu, diğeri hala o günkü haliyle tam, geçtiği yeri bile unutmadığım şimdiki Erciyes Unlu Mamullerinin hizasından tam sol tarafımdan geçen uzun boylu, kıvırcık saçlı, siyah uzun meşin pardösüsü ve uzun atkısıyla, mafya tabiriyle ifade dilen bir yapının Kayseri’deki lideri diye söylenen; bu kadar tariften sonra eminim ki çoğunuz bu ismi hatırlamışsınız en azından o yürüyüş te bulunanlar hatırlamıştır. Evet, bu şahısta çok değil yakın diyebileceğimiz tarihte dar’ı bekaya göçen Şemsettin Şemsettin idi. Allah (cc ) her ikisine de rahmetiyle muamele etsin. Ben kendisini ilk ve son görüşümdü, tanımıyordum ama yanımdaki tanıyan abilerim öyle bir heyecanlanmışlardı ki aaa Şemsettin Şemsettin’de aramızdadır, diye hayretlerini gizleyememiş olmaları unutamadığım birinci anımdır.
İkincisi ise Siyonistlerle ağız birliği yapan ertesi günkü gazete manşetleri idi. Manşet aynen şuydu; ’’Milli Selamet Partisinin Kayseri’de düzenlediği yürüyüşe sadece yedi yaşındaki çocuklar ile yetmiş yaşındaki ihtiyarlar katıldı’’ manşete bakın…!!! Yürüyüş kortejinin bir ucu Kayseri Lisesinin orda, diğer ucu şu anki tramvay eski sanayi durağının oralardadır ama yerli Siyonistler o yürüyüşü küçük göstermek için yedi ile yetmiş arası insanların olduğuna tahammül edemedikleri için manşeti böyle atıyorlardı. Belki de attırıyorlardı.
Şimdi yolculuğumuza başlayalım ve tekrar ediyorum bu yolculuğu bir tatil veya turistik bir yolculuk olarak değerlendirmeyelim asla! Tel Aviv Hava alanından çıkınca ilk uğradığımız şehir YAFA Tel-Aviv’e çok yakın Tel-Aviv’in bir mahallesi gibi. Sabah namazımızı tarihi Mahmudiye Külliyesinde, Türk Camisi de denilen, bir ecdat camisinde ifa ediyoruz. Cami tam bir külliyeyi andıran bir yapıda. Caminin bitişiğinde bir Yahudi oteli var, şehir her yıl milyonlarca turisti ağırlıyormuş. Çok enteresandır otel neredeyse cami ile bitişik olmasına rağmen, caminin tarafında bir tek penceresi dahi yoktu. Bunun nedeninin gelen misafirlerde buranın bir Müslüman Mahallesi olduğu algısını oluşturmaması içinmiş. Yafa derken bir Osmanlı Paşası olan Bosnalı Cezzar Ahmet Paşaya bir rahmet okumamak olmaz. Allah(cc) rahmet eylesin Kudüs’ü almaya gelen Napolyon Kudüs’ü alamayınca, Cezzar Ahmet Paşanın ileri yaşına rağmen direnişinden sonra ‘’kader beni bir ihtiyarın oyuncağı etti’’ diyerek vazgeçip gitmek mecburiyetinde kalmış. Napolyon ki dünyaca ünlü komutanlardan biri idi ama Allah(cc) muvaffakıyeti Cezzar Ahmet Paşaya veriyor. Kim bilir Napolyon oraya gelirken ne kadar gururla kesin alırım kararıyla gelmişti.
Kudüs Müslümanlar tarafından ilk önce Hz. Ömer (r.a.)ın hilafeti döneminde alınmış. Kudüs Hristiyanların elinden düşmüştü, ama şehrin anahtarını Hz. Ömer (r.a.)’a bizzat vermek istediklerini söyleyince, haber gönderilir ve Hz. Ömer (ra) bir Cuma günü gelir anahtarı teslim alır. Cuma namazı için Kıble Mescidine yönelince; şehrin manevi lideri papaz Hz. Ömer (ra)’a cuma namazını kilisede kılması teklifini sunar. Halifenin cevabı enteresandır, ‘‘ben bugün Cuma namazını burada kılarsam bu kiliseyi cami yapmak isteyebilirler, adet haline gelir ve daha sonra da tekrarlamak isteyenler olabilir’’ diyerek reddeder. Adaleti, hoşgörüyü, inançlara saygıyı görüyor musunuz? Bugün Yahudilerin Filistinlilere reva gördükleri işkenceyi haksızlıkları görüp de, İslam dünyasının tam merkezinde böyle Siyonist bir devletin kurulmasına göz yumanlara da, devlet olarak kabul edenlere de lanet okumamak elde midir? ‘’Zalimler için yaşasın cehennem’’ ifadesi burada tam yerine oturuyor galiba. Bunlara lanet ederken. Kendisine yüklü miktarda paralar teklif edilmesine rağmen ‘’Şehit kanıyla alınıp altınla satılacak bir karış toprağım yok’’ diye o topraklarda Siyonist bir devletin kurulmasına hayatı boyunca izin vermeyen cennet mekân Sultan Abdülhamit Hanı da bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor kızıl sultan diyenleri de lanetliyorum. Tarihte yaptıklarıyla nam kazanan ve tarih boyunca bu ünleriyle hatırlanıyor olması sıradan bir hadise değildir. Hz. Ömer (r.a.) dan, aradan bin dört yüz küsür sene geçmesine rağmen adaletiyle anılıyor olması ve kıyamete kadarda anılacak olması, boşuna değildir. Bugün ülkemizde İslami bir adalet sisteminin olmaması nedeniyle yapılan hukuksuzluklardan hareket ederek bu hukuksuzlukları İslam’a mal edip İslam’a bakış açılarını buna göre oluşturan batı hayranlığına kapılan gençlerin bir daha düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Hz. Ömer (r.a.) kendisine getirilen teklife rağmen bu teklifi kabul etmezken.
Mescid-i Aksa’ya arabayla sadece yarım saatlik mesafede bulunan Beytlahim kentinin erkekleri elli, kadınları kırk iki yaşına girinceye kadar Mescidi Aksa ya giremiyorlar biliyor musunuz? Kim bilir belki kaç Beytlahim’li kadın erkek Mescidi Aksa hasretiyle yanıp tutuşurken dünyalarını değiştiriyorlar. Düşüne biliyor musunuz? Bünyan’da veya İncesu’da ikamet ediyorsunuz ama Hunat Camisinde veya Camii Kebir de belli bir yaşa kadar namaz kılamıyorsunuz, muhitlerine dahi yaklaşamıyorsunuz. Bu ne biçim anlayış. İşin acı tarafı da dünyada kurulmuş birçok sözde demokrasi havarisi kesilen başta dünyayı sadece kendilerine ait zanneden Birleşmiş Milletlerin söz sahibi beş ülkenin hiçbirisinden en ufak bir tepki de çıkmadığı gibi yapılan bu haksızlığa ses çıkmıyor maalesef.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘’Dünya beşten büyüktür’’ demesi yerinde ve haklı bir haykırış değil mi? Hristiyanlarla, ilgili başka bir olay daha duydum doğrusu şaşkınlığımı yenemedim; Yahudiler Mescidi Aksa da ezanın hoparlörlerle okunmasını yasaklamak isteyince papaz Yahudilere ‘’Eğer siz bunu yaparsanız Müslümanlara ezanı kiliselerimizdeki çandan okumalarına izin veririz’’ deyince vaz geçmişler. ‘’Yiğidi öldür, hakkını yeme’’ derler ya onun gibi bir şey işte.
Kudüs Belediyesi şehrin tamamının belediyesidir ancak hizmete gelince Yahudilerin yaşadığı bölgeye verdiği hizmet ile Müslümanların yaşadığı bölgeye verdiği hizmetin farkı hemen göze çarpıyor. Örneğin batı Kudüs te Yahudilerin yaşadığı bölgenin sokakları her gün temizlenirken. Doğu Kudüs yani Müslümanların yaşadığı bölgeye bu hizmet haftada bir veya iki günmüş. Bunun sebebi de gelen turistlerde Müslümanların temizliğe riayet etmeyen bir toplum, buna karşılık Yahudilerin çok temiz bir toplum olduğu algısını oluşturmakmış. Yirmi yedi bin kilometre karelik toprağın sadece altı bin kilometre karelik kısmı Filistinlilerin denetiminde, geriye kalan kısım Yahudilerin. İşgal öyle sinsice yapılıyormuş ki; tam bir Siyonist’e yakışan bir işgal şekli. Bu konuya kendisini adamış bir Siyonist gözüne kestirdiği bir yere önce karavanla gidiyor ve devlete bildirerek kendisini koruma talebinde bulunuyor ve devlette istediği garantiyi veriyor. Gün geçtikçe karavanların sayısı artıyor. Belediye üst ve alt yapı hizmeti götürüyor, karavan sayısı belli bir sayıya ulaşınca da işgali gerçekleştiriyor.
Ziyaretimizin ikinci gününde bizi El-Halil kentine birinci kapıdan almadılar geri döndük başka bir kapıdan girmek mecburiyetinde kaldık. Öyle bir keyfi uygulamaları var ki akıl almakta zorlanıyor. Hani derler ya ‘’İşi Yokuşa Sürmek’’ tam böyle bir uygulama! İşi zorlaştırmak, buranın sahibi biziz, biz müsaade edersek ziyaret edebilirsiniz, müsaade etmezsek dönersiniz algısını her tarafta oluşturmak. Her vakit namazında Mescid’i Aksanın hangi kapısından girersen gir İsrail Polisinin kontrolünden geçerek girmek bir Müslüman için çok acı. Keyfi olarak gözüne kestirdiği veya tipini beğenmediği bir Müslümanı çevirir, ya girdirmez geri çevirir veya pasaportunu alır dönüşte iade eder. Hz. İbrahim Camisinin yüzde altmışı sinagog, yüzde kırkı mescid.1994 de bir Siyonist camiyi tarayarak cemaatin büyük bir kısmının şehit olmasına neden olur. Şu anda Camide ezan okuna bilmesi için müezzin mahfilinin hemen arkasında bulunan bir yerden müezzin parmağıyla üç defa tıklar sinagog dan ezan okuma izni çıkarsa ezan okunabiliyor, oradan izin çıkıncaya kadar okuyamıyor, bazen de kasıtlı olarak ezanın okunmasını geciktiriyorlarmış. Ayrıca bu camiye yılın on gününde Müslümanlar hiç giremiyor ve namaz da kılınmıyormuş. Üstadın ‘‘öz yurdunda garipsin öz vatanın da parya’’dediği gibi Eriha bir Filistin şehri olmasına rağmen El-Halil’deki durumlar aynen burada da geçerli. Yahudi yerleşimi olmamasına rağmen misyonerlik faaliyetlerinin çok yapıldığı bir yer.
Kudüs caddelerinin birçoğunda hala ecdadımızın isimlerinin Sultan Süleyman, Kanuni, Selahaddin’i Eyyubi gibi verilmiş olması, eminim ki hala bizden beklentilerinin olduğunun Kudüs’ün, Mescidi Aksa’nın Filistin’in özgürlüğünün bizim gayretimize göre Rabb’imizin gerçekleştireceğine inandıklarının bir göstergesidir. Hele hele ziyaretimizin son günü Kubbe-tüs Sahranın doğusundaki küçük kubbenin altında yedinci sınıf öğrencilerinin ders yaptıklarına şahit oldum ki, bundan bahsetmezsem olmaz. Mesleğim icabı uygulamalı ders mi yapılıyor diye dikkatimi çekti ve yanlarına yaklaştım, yakamdaki Türk Bayrağını görünce iki üç çocuk hemen ayağa kalkarak yanıma koşup geldiler, peşinde diğer çocuklar da koşarak yanıma gelince derslerinin benim yüzümden bölündüğüne üzüldüm tabii. Türki, Türki diye hemen beraber fotoğraf çekinmemizi istediler önce başparmaklarıyla, daha sonra hepsi zafer işareti yaparak fotoğraf çektirdik “nahnu nuhibbu Türki, nahnu nuhibbu Türki, (biz Türkleri seviyoruz), Erdogan, Erdogan” diye içten gelen duyguları insana adeta sorumluluklarını bir daha hatırlatıyor gibiydi. Yanlarındaki ikisi bayan biri erkek üç öğretmenin yüzlerinde ki tebessümleriyle ayrıldık.
Ve son olarak, bu ziyarette tanıdığım, kendisini Filistin, Kudüs, Mescidi Aksaya vakfetmiş gerçek bir muvahhit, mücahit Musa Hicazi kardeşimizden bahsetmemek asla olmaz. Filistin topraklarında Leyleklerin uğrak yeri olan bir bölgeyi Yahudiler işgal etmek isteyince kurulduğu ve bu konuda da başarılı oldukları söylenen LAKLAK başka bir isimle LEYLEK diye adlandırdıkları derneğin başkanı. Kendisi İTÜ de okumuş güzel ve net anlaşılır Türkçesiyle konuşan bir kardeşimiz. Kudüs’e girmesi defalarca yasaklanan her seferinde de yasağı delerek Kudüs’e girmeyi başaran Yahudilere pes ettiren bir mücahit. Ziyaretimizin son gününden bir gün önce hepimizi derneğe davet etmişti ancak yol arkadaşım Mustafa ilhan bey de bende mazeretimiz nedeniyle gidememiştik doğrusu her ikimizin de içimiz de bir ukde kalmıştı. Allah(cc)’ın takdirine bakın ki son öğlen namazımızın çıkışında mescidin tam önün de yanımıza geldi dünyalar bizim oldu. Karşılaşmasaydık içimizde hakikaten bir ukde olarak kalacaktı. On, bilemedin on beş dakika konuştuk inanın ikimizde ağladık. İnşaallah o gözyaşlarımız huzuru ilahide bize şahitlik eder.
Musa neler söylemedi ki; “-Türkiye İHA’ları SİHA’ları ile gelsin, benim evimi de başıma yıksın ama bu Yahudi zulmünden kurtulup, Kudüs ve Mescidi Aksa hürriyetine kavuşsun. -Türkiye ey İsrail geliyoruz dediği ve ayak seslerinizi Antakya’dan duyduğu an inanın Kudüs’teki Yahudilerin en az yüzde otuzu hemen Kudüs’ü terk eder ve kaçar, -Siz geldiniz beş gün burada nöbet tuttunuz ben kıyamet günü bu nöbetinize şahitlik edeceğim İnşaAllah -Sizin burada nöbet tuttuğunuza inanın mescidin direkleri bile şahitlik edecektir.” On, onbeş dakikalık ayakta sohbetimiz çok duygulandırdı.
Kıble Mescidinin altındaki Mervan Mescidi eskiden hayvan leşleriyle dolu izbe bir yermiş, Yahudiler buranın kendilerine verilmesini Sinagog yapmak istediklerini söyleyince Kudüs eski Müftüsü İkrime Sabri karşı çıkmış ve Filistinli gençler tarafından bir gecede temizlenerek mescide dönüştürülmüş. İkrime Sabri biliyordu ki; Yahudiler orayı alabilselerdi, akabinde Kıble Mescidi ile ilgili başka talepleri de olacaktı. Allah(cc) razı olsun. Hemen bitişiğinde Rahmet Mescidi ile ilgili benzer bir girişim de bulunmuşlar, kapısına kilit vurarak Müslümanların girişini yasaklamışlar, bir Müslüman genç kilidi kırarak girmiş ancak genci hemen yakalayarak Kudüs’e girişini yasaklamışlar, kapıya yeni kilit vurmuşlar. Ertesi gün bir başka Filistinli genç kilidi kırarak girmiş onu da yakalayarak aynı yasağı koymuşlar. Bu olay günlerce ve defalarca devam etmiş ve sonunda Yahudiler bu uygulamalarından vaz geçmişler. İmana bakın biz yarın huzuru ilahide bu gençlerle aynı cenneti hangi yüzle isteyeceğiz.
Ben bu olay ile Musa Hicazi’nin söylediklerini birleştirince diyorum ki, Yahudiler çok korkaktır. Yahudilerin Filistin topraklarında çekilmesi için tüm dünya Müslümanlarının Filistin davası konusunda aynı hassasiyetlerinin olduğunu tüm dünyaya hissettirmeleri yeterlidir. Dediğim bu tezi destekleyen, milletim adına da gurur verici şu olayda gerçekten kayda değer bir olaydır; 1967 Arap – İsrail savaşından sonra Yahudiler Kubbe-tüs Sahra’nın üzerine İsrail bayrağını dikmişler. Olayı duyan o günün Kudüs Başkonsolosu Ali Refik İleri makam arabasını Kubbe-tüs Sahra’nın önüne çekerek ‘’Siz bu savaşta sadece Arapları yendiniz. Oysa burası sadece Arapların değil tüm dünya Müslümanlarınındır. Bu nedenle tüm dünya Müslümanlarını yenmeden bu bayrağı dikemezsiniz. Eğer bu bayrağı hemen indirmezseniz ülkemle ülkeniz arasında savaş sebebidir.’’ diye karşı çıkınca aradan geçen birkaç saat içinde bayrak iner.
Son olarak şunları söylemek isterim Filistin, Kudüs, Mescidi Aksa davalarının sadece Filistinlilerin davası olmadığını, İsra ve Miraç hadisesine iman eden tüm Müslümanların iliklerine kadar hissetmeleri gerekir. Biliyor musunuz? Kudüs’ü yılda üç milyon turist ziyaret ediyor ama sadece yüz bini Müslüman ve sadece kırk bini Türk’müş. Filistin halkının Osmanlı torunlarına bakışı da beklentileri de sevgileri de inanın çok farklı. Hac ibadeti Kur ’ani ifadeyle ‘’ona yol bulan’’ herkese farzdır. Hac ziyareti ile Kudüs ziyaretini aynı ölçüde değerlendirmek haddim değildir. Ancak Hacca gitmeye yol bulamayıp, Kudüs’e gitmeye yol bulan herkese tavsiye ederim. Yeni bir Kudüs ziyaretin de buluşmak temennisiyle Kalın sağlıcakla Allah(cc)’ a emanet olun.
22.11 2022
Henüz Yorum yok